cvim.9k.com bizekatilin.20m.com hakantok.4mg.com bizekatilin.s5.com hakantok.itgo.com hakantok.bz.tc 1973.2itb.com hakantok.8m.net etimesgut.1colony.com etimesgut.freewebspace.com hakantok.4t.com hakantok.iwarp.com hakantok.20m.com hakantok.gqnu.net bekarlik.8k.com hakantok.8k.com tayyiperdogan.faithweb.com hakantok.9k.com 06790.tr.gg 05424062326.tr.gg



www.cvim.9k.com  www.bizekatilin.20m.com  www.hakantok.9k.com  www.hakantok.4mg.com  www.bizekatilin.s5.com  www.hakantok.itgo.com  www.bizekatilin.tr.gg  www.hakantok.bz.tc  www.1973.2itb.com www.hakantok.8m.com  www.etimesgut.20fr.com  www.etimesgut.1colony.com  www.hakantok.8m.net  www.etimesgut.freewebspace.com  www.hakantok.freehosting.net  www.hakantok.4t.com  www.hakantok.iwarp.com  www.28121973.tr.gg  www.hakantok.20m.com  www.hakantok.gqnu.net www.bekarlik.8k.com  www.05424062326.tr.gg/  www.hakantok.8k.com/  www.tayyiperdogan.faithweb.com www.fenerbahce.20megsfree.com/ 

Banu Avar, Yasaklı belgesel..

Bu Dünyanın beş Milyar insanı bir avuç ülke için kölelik ediyor, sömürülüyor, ölüyor, öldürülüyor, onların bu yeni Dünya düzeninde fakir, yaşlı ve hastalara yer yoktur, onlar kan ve göz yaşından beslenirler, izleyin bu gerçekleri..


 

Pearl Harbor saldırısı...

Savaşlara her zaman suni sebebler yaratılır, ve bu kandan beslenen birileri her zaman savaşların galibi olurlar.

Bir ülkenin halkı şavaşa karşı direniyorsa o ülkeyi yönetenler savaşlara suni sebebler yaratır,7 aralık 1941 Japonlar pearl Harbour'daki amerikan üssüne saldırdılar ve 2400 amerikalı öldü, bu ani baskın %83 savaşa karşı olan amerikan halkında şok etkisi yarattı ve savaşa katılmak için bir milyon erkek gönüllü kayıt oldu. 60 yıl sonra ortaya çıkan delillere göre Pearl harbour'a yapılacak saldırılar haftalar öncesinden biliniyormuş, şaşırtıcı değilmi?

Amerika kuzey vietnam'a resmi olarak 1964 yılında savaş ilan etti,Tonkin körfezinde vietnam PT botlarının amerikan destroyerlerine saldırdığı iddiasından hemen sonra, Bu olay tonkin körfezi olayı olarak bilinir, bu tek basit olay çok büyük bir asker sevkiyatına ve top yekün savaş haline girilmesine neden olur, yanlız bilinmesi gereken önemli nokta Vietnam PT botları hiç bir zaman amerikan destroyerlerine saldırmamıştır, bu tamamen savaşa girmek için düzmece bir olaydır. Eski savunma sekreteri Robert McNamara ve bazı subaylar yıllar sonra Tonkin körfezi olayının bir orta oyunu olduğunu itiraf etti, Finansal güçlere göre Vietnam savaşı asla kazanılmamalı ve sadece uzatılmalıydı, bu savaşta 58 bin amerikan askeri 3 milyon vietnamlı öldü.

Kan emiciler doymuyor, yine sahnede ve insanları birbirine kırdırıyorlar, her zaman kazanan finansal güçler ve silah tüccarları, Dünya insanı bunu nasıl görmez, nasıl anlamaz...


 

Kaddafi aslında kahrından ölmüştü..

1974 yılında ABD'ye rağmen Türkiye'nin Kıbrıs' a asker çıkarmasından sonra ABD Türkiye'ye
Silah anbartgosu uyguladı,tüm ABD uydu devletleri de bu karara uydu ve alkışladı.
Din kardeşlerimiz dediğimiz hiçbir islam ülkesinin sesi çıkmazken bir tek Libya Başkanı Muammer Kaddafi Kıbrıs çıkarmamızı onayladığını ilan ettiği gibi yardım talebinde de bulundu.
Türk Hükumeti hemen bir bakanını Libya'ya gönderdi.Kaddafi o bakana silah depolarının kapılarını açarak istediğinizi, dilediğiniz kadar alın dedi ve  Türkiye'den gelen nakliye uçaklarından birine de sembolik olarak sırtına aldığı bir silahı eliyle yükledi.
Türk Bakan'ın kısıtlı sayıda savaş uçağımız olduğunu bildirmesi üzerine de '' Satın alın faturalarını bana gönderin.''cevabını verdi.
Libya devlet Başkanı o bakanı gece misafir etmek istedi, Bakan geldiği uçakla akşam dönmek zorunda  olduğunu söyleyince,onu zorla o gece konuk etti,ağırladı ve ertesi gün Bakanı kendi başkanlık uçağı ile Türkiye'e gönderdi.
Kaddafi'yi bugün öldürmüşler, rahmetli oldu,bu olayların tanığı olan o Bakan ise hayattadır
ve adı DENİZ BAYKAL'dır.                           

LİBYA 'NIN ZOR GÜNÜNDE

Petrolü ve diğer doğal kaynakları batı dünyasının her zaman ağzını sulandıran ve batı ülkelerinin
hiçbirine uydu olmayan,dik duran Kaddafinin ülkesi Libya'da birden isyan patladı. NATO  güçlerince Libya isyancılarına destek ve Libya'ya silahlı müdahale kararı alındı.
Sayın Başbakan önce ''Nato'nun Libya'da ne işi var?..Libya Libyalılarındır.''dedi.
Bu beyan, bir haksızlığa karşı duruşun ötesinde bir vefanın da gereğiydi.1974 yılını ve Muammer Kaddafi'nin yukarıdaki mertliğini bilenlerce de çok normal karşılandı.
Ayrıca Kaddafi ülkesinde milyon dolarlık ihaleler alan 15-20 Türk müteahhitlik firmalarına ve binlerce Türk işçisine her türlü kolaylığı da sağlayan dost bir devlet başkanıydı.
Kısa süre sonra ani bir dönüşle Türk Hükumeti Libya'nın iç sorunu olarak kabul edilmesi gereken bu isyan  hareketinde  isyancıları ve Libya'nın petrolünde,kaynaklarında gözü olan başta Fransa,İtalya ve ABD'yi destekler oldu.
Önce savaş gemilerini,sonra da  bavullarla  isyancılara 300 milyon dolar gönderdi.
Eğer bunlardan haberi olduysa, Kaddafi kafasına sıkılan kurşunla değil kahrından ölmüştü !!..
"Allah insana düşmanın bile mert'ini nasip etsin" 
 

Ve Kaddafi de bu sonu gördü.. 
 

 Ve kaddafide bu sonu gördü ne yazık ki,Şimdi asıl mesele Libya halkının başlarına bela aldığı Emperyalist kan emicilerden nasıl kurtulacağıdır.


 

Amerikan İmparatorluğu’nun çöküşü...

Son altı ay içinde ‘Amerikan İmparatorluğu Çöküyor’ başlıklı yazılar  Amerikan basınında sıkça yer almaya başladı: ‘Amerikan İmparatorluğu’nun çöküşü,yumuşak, sessiz ve kesin olacak.’

Bu satırlar Harvard’ın ünlü ekonomistlerinden Naill Ferguson’a ait.
Ferguson’un makaleleri Los Angeles Times’dan, Foreign Affairs dergisine kadar birçok yerde yayımlanıyor.
Ferguson, Amerikan İmparatorluğu’nun 2010 ile 2020  arasında yerle bir olacağını dile getiriyor.
Antropolist Jared  Diamond ise ‘Collapse’ (Çöküş) adlı kitabında; kültürel olarak Amerikan  İmparatorluğu’nun çöküşe girdiğini ve önünde yok olmaktan başka bir çarenin kalmadığını dile getiriyor.
Kirkpatric Sale; Amerikan  İmparatorluğu’nun Çöküşü adlı makalesinde, Amerika’nın çöküşünü şu dört neden bağlıyor.

1:  Çevresel zarar. Amerikan tüketiminin neden olduğu iklimsel değişim; Harvard’lı Biyolojist E.O. Wilson’un da  belirttiği gibi önümüzdeki dönemde ABD başta olmak üzere bir çok ülkede katastrofik sonuçlara neden olacak.
Varolan teknolojiler; yeni iklim değişiklikleri ile günlük hayatın sürdürülmesine yetmeyecek.

2:  Ekonomik Çöküş: Gayri Safi Milli Hasıla’mızın sadece yüzde 13’ünü  üretiyoruz. Dış ticaret açığımız 630 milyar Dolara dayanmış durumda.        
Ulusal borç 7.4 trilyon Dolar. Her gün 1 milyar Dolar nakit paraya  ihtiyacımız var. ABD Hazine Dairesi’nde sadece Çin’den alınan borç 83 milyar dolar.

3:  Askeri yayılma artık sınırlarına ulaşmış durumda. 446 bin Amerikan askeri dünyanın 725 noktasında görev yapıyor.        
Buna ek olarak; 153 ülkede sürekli askeri varlığımız ve okyanuslarda sürekli iki düzine askeri deniz filosu dolaştırıyoruz.
Askeri iletişim  henüz çökmüş değil fakat yeni bir savaşa girebilme kapa sitesine sahip değiliz.

4: İç sorunlar; tüm İmparatorluklar çöküşün son  aşamasında içeriden yıkılırlar.
Amerikan toplumu içinde huzursuzluk var ve ekonomi çökmüş durumda. Sivil haklar sürekli kötüye gidiyor.        
Toplumsal bir patlama kendini gösterdiği anda bununla baş edebilecek tüm  mekanizmaları yitirmiş durumdayız.


Amerikan Otomotiv Endüstrisi’nin kalbi Detroit iflas etmiş durumda. Terk edilmiş fabrikalar ve binalarla şehir bir hayalet kent görünümünde

ARİZONA EYALET İFLAS ETTİ, DEVLET BİNALARI SATILDI

14 Ocak 2010 tarihinde Arizona Eyaleti; resmi olarak istifa etti. Arizona Eyalet Meclisi binası, Devlet Hastanesi ve hatta hapishane binaları satıldı. Ardından Amerikan Otomotiv  Endüstrisi’nin kalbi olan Detroit iflas etti. 2 milyon işçi işini kaybetti. Yılbaşına yaklaşırken 17 Aralık 2010 tarihinde Beyaz Saray önünde Obama’nın Afganistan Savaşı’nı protesto eden 131 kişi tutuklandı.

NEW YOK TIMES EDİTÖRÜ: EN GEÇ   2020

Tutuklananlar arasında Pulitzer Ödülü sahibi New York Times gazetesinin eski editörü Chris  Hedges de vardı.
Hedges tutuklandıktan sonra şu açıklamayı  yaptı:
“Amer ika’nın geri zekâlılaştırılmış orta sınıfı halen daha iflas ettiğimizin farkında değil. Amerikan ekonomisinin düze  çıkabilmesi için 200 trilyon dolara ihtiyacımız var ki; bu dünyadaki tüm gayri safi milli hasılanın 3 katı demektir. Bu matematiğin bir çözümü  yok. Askeri ve ekonomik olarak her an ama her an çökebiliriz. Artık sadece çöküş tarihini öngörme tahmini yapabiliriz. 2011, 2012, en geç  2020...”
Chris Hedges Amerikan Devleti’nin içinde bulunduğu süreci ise; ‘şirketlerin darbesi’ (corporation coup d’eta) olarak  tanımlıyor ve Obama yönetiminin yapabileceği hiçbir şeyin olmadığını  belirtiyor.

DÜNYADA ‘TOTO’  KONUSU

Öte yandan, dünya ekonomistleri “Çin ABD’yi ne zaman geçecek” sorusu üzerinde toto  oynuyor! İşte birkaç tahmin:
The Conference Board: 2012
The Economist Dergisi: 2013
Goldman Sachs: 2027
Foreign Policy: ABD’nin sonunu Asya getirecek

1.  Açlık sınırının altındakilere verilen ‘Yiyecek Pulu’yla yaşayan Amerikalıların sayısı 40 milyon 800 bin.
Chris Hedges Amerikan Devleti’nin içinde bulunduğu süreci ise; ‘şirketlerin darbesi’ (corporation coup d’eta) olarak tanımlıyor ve Obama yönetiminin yapabileceği hiçbir şeyin olmadığını   belirtiyor.        

Askeri ve ekonomik olarak her an ama her an çökebiliriz. Artık sadece çöküş tarihini öngörme tahmini yapabiliriz. 2011, 2012, ya da en geç  2020...”
2.  2007-2010 yılları arasında 11 milyon kişi işini  kaybetti. Sadece 2010 Temmuzda 131 bin kişi!
Resmi yüzde 10 rakamı düşük ve gerçeği yansıtmıyor; gerçek işsizlik oranı çok daha yüksek.

3.  İş bulma süresi ortalama 9 aya kadar çıktı.
4.  Hazine rakamlarına göre ulusal borç 13.6 trilyon dolara çıktı.
5.  2010 yılında ödenen borç faizi 700 milyar dolar. 2020’de 2 trilyona  çıkması bekleniyor. Amerikan bütçesi 4 trilyon doların  altında.
6.  Sosyal Güvenlik, aldığı vergilerden çok daha fazlasını işsizlik parası olarak ödüyor.
7.  Her emekliye 3,3 çalışan düşüyor. Kıta Avrupa’sında da durum benzer. Liberal ekonomi içinde emekli maaşlarının ödemesi, gün geçtikçe imkânsızlaşıyor.
8.  Üst düzey yöneticilerin maaşları 1973 yılından beri 300 kat artmış durumda.
9.  Her ay, ortalama yüzde 10'un üzerinde mortgage ödemesi yapılamıyor.
10. 1970 yılında 20  dolara alınan bir ürün bugün 112 dolara  alınabiliyor.

ABD aksırınca zatürre olan  Türkiye'mizde neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Haydi Siz üşenmeyip, Atatürk'un tam bağımsızlık ilkesini bir kez daha düşününüz...
 

Ömer el beşir,Bu katile kim dur diyecek..

Sudan Başkanı El Beşir dünyanın en acımasız katili. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin soykırım suçundan dava açtığı Beşir 20 yıldır iktidarına karşı çıkan tüm toplulukları katlediyor.  Aynı şey bir kez daha tekrarlanıyor,sonsuza dek durdurulması gerekiyor bu diktatörün,Bu diktatörü hangi güçler çıkarları uğruna koruyup destekliyorsa onlarda bu acımasız katilin suç ortaklarıdır.
 

Şu anda Nuba dağlarındaki kadın ve çocukları bombalamakla meşgul. Bu sırada milisleri de kapı kapı dolaşıp tüm aile bireylerinin boğazını kesiyor. Dünya liderleri Beşir iktidarının geniş petrol rezervlerine erişimlerine halel gelmesin diye hiç utanmadan on yıllardır Beşir'in akıl almaz zulmüne izin verdiler. Ama bu hafta işler değişiyor.
Sudan parçalanıyor, enflasyon ve gıda fiyatları fırladı ve Beşir'in gücü şimdiye dek olmadığı kadar zayıfladı.
Nuba dağları işgal altında. El Beşir burada 1990 yılında bir neslin tüm kadın, erkek ve çocuklarını katletmişti, şimdi sağ kalanlara zulmetmek için geri geldi. Ama uzun süredir acı çeken Güney Sudan nihayet bağımsızlığını ilan etti ve El Beşir'in uluslararası suç ortaklarını satın almak için kullandığı petrolün büyük bölümünü aldı. Beşir bir yandan da demokrasi yanlısı gösterilerle, kötüleşen ekonomiyle ve uzun süredir müşterisi olan Çin'le ilişkisinin gerginleşmesiyle uğraşıyor.

Güçlü uluslararası yaptırımlar, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin dava açtığı El Beşir ve diğerlerini yakalamak için koordineli bir küresel plan ve Sudan halkını insanlık suçlarına karşı koruyacakları taahhüdü El Beşir'e artık oyunun bittiği mesajını verebilir ve kendi yönetimindeki konumu zayıflayabilir. Bunlar, Sudan halkına da artık işlediği suçlardan cezasız kalmayacağını gösterecektir. Güneyde, Darfur'da, Nuba'da ve daha birçok yerdeki Sudanlılar dünyanın insanlık ve adalet için harekete geçmesini çok uzun süredir bekliyor.

Şimdi Nuba'daki kadın ve çocukların yaşadığı çaresizlik ve terörü
hayal etmek neredeyse imkansız; aynı daha önce Darfur'da olduğu gibi.
El Beşir'in terör krallığını durdurmak için gerekeni yapmamış olmamız tüm dünyanın vicdanında büyük bir lekedir. Şimdi hükümetlerin harekete geçmeleri için haykırarak bu hükümranlığı sona erdirelim.

Rothschild ailesi ve kirli çıkar ilişkileri.. 

Bu Dünyanın gerçek teröristlerini karanlıklarda dağlarda aramayın, cadde ve sokaklarda da göremezsiniz, çünkü onlar şehrin yüksek binalarının en üst katlarında binlerce dolarlık takım elbiseleriyle tepeden hep sizi izlerler.

Bu Dünyada hangi taşı kaldırsanız altından yahudi Rothschild ailesi çıkıyor, nerede bir savaş, nerede bir ayaklanma var yahudi Rothschild ailesi orada, nerede kan ve göz yaşı var yine onlar, amaçları ve çıkarları uğruna ülkeleri çökertmekten hiç çekinmezler insan hayatının hiç bir değeri yoktur, binlerce,milyonlarca insanı gözlerini kırpmadan ölüme sürüklediler ve sürüklerler, hala bu kirli oyunlarını Dünyanın her bölgesinde sürdürmekteler tüm suikast ve darbelerde onların izni görebilirsiniz.

Hitler gibi rütbesiz bir askerden Dünyayı titreten bir diktatör yaratabiliyorlarsa, Fransa ve İngiltere'yi savaştırıp çeşitli manipülasyonlarla ingiliz merkez bankasına sahip olabiliyorlarsa, çıkarlarına ve amaçlarına ters düşen Kennedy'e suikast düzenleyip Amerikanın tarihini değiştirebiliyorlarsa bunlardan korkmayan taş olur.

Aile işaretinin üstünde bulunan yazı tıpkı illuminati ve masonik derneklerde olduğu gibi Ordo ab chao ( kaostan gelen düzen) 'dir.

Filistin topraklarının osmanlıdan alınmasından sonra seksenli yıllara kadar Türkiye'de pek faaliyet göstertmemişlerdi, Kenan evrenin Amerika seyahatinde darbe emrini alıp ülkeye dönmesine kadar.

12 Eylül darbesinden sonra yapılan ilk genel seçimde, emekli Orgeneral Turgut Sunalp kurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi ile seçimi kazanacak en büyük aday olarak gösteriliyordu, Anavatan partisini kuran Turgut özal 400 milletvekilinin 211 rini alarak büyük bir sürprizle seçimi kazanmıştı, Borzenski sülalesinden gelen Polonya asıllı emekli orgeneral Turgut Sunalp! büyük bir şok içindeyken muhafazakar bir islamcı olduğu bilinen Turgut Özal tek başına hükümet olmanın zaferini yaşıyordu, bir röportajından okumuştum Devlet planlama teşkilatında görevli iken ülkemize gelen Amerikalı misafirleri ağılamakla görevlendirilirmiş, ve Özalın en keyif aldığı şey o misafirleri randevu evine götürüp eğlendirmek olurmuş, her şeyin bir bedeli olmalı değil mi, basit ama gerçek.

Birde şu detayı göz önünde bulundurmanızı isterim, Nazi Almanyasında fırınlarda ve gaz odalarında öldürülenlerin büyük bir çoğunluğunun yahudi olduğunu sanırız ama asıl gerçek büyük çoğunluğun Polonyalı göçmenler olduğu gerçeğidir, Turgut Sunalp paşanın seçimi kaybetmesinde Polonya asıllı olmasının rolü var mıdır?

Bu ülkede seçimler, anketler her şey bir dalavereden ibarettir, Dünyayı yöneten yahudi ailesi Rotschıld lerin hizmetini kim yaparsa seçimi her zaman o kazanır, senin benim onun sandığa gitmesi sadece bir gösteriden ibarettir, Rotschıld ların hükmettiği tüm ülkelerde sistem aynı şekilde işler her seçime % 25 önde başlarlar ve sizin onları yenmeniz mümkün değildir, bu gün siyasi hayata hükmedenler, Soroz'dan maaş alan satılık kalemler, danışman maskesiyle ortalıkta gezinenlerin tümüne yakını ya Rotschild lerin yada onlara bağlı kuruluşların burslarıyla eğitilmişlerdir.

Başbakanlara ekonomi danışmanlığı yapan Dr. Yılmaz Argüden Rotschıld Türkiye'nin yönetim kurulu başkanlığına getirildi, Türk telekomun özelleştirilmesinde, GSM şirketlerinin satılmasında, bankalarımızın yabancılara devredilmesinde nedense hep Rothschild çıkıyor karşımıza, AKP nin ve dolayası ile Recep Tayyip erdoğan'nın bu sıcak yahudi ilişkisi nereden geliyor.
 
 

AKP'nin genel merkez binasının dış cephesine ve zeminlerine yerleştirdiği yıldız, İslam sanatında 'denge ve adalet'i temsil ediyormuş vede Selçuklu süslemeleriymiş, Başbakan böyle söylüyor. Peki neden 10 adet yıldız, sanki on emiri çağrıştırıyor gibi, ve İngilizler Selçuklu süslemelerine çok mu düşkünler ki parlamento binalarının zeminine aynı yıldızı yerleştirmişler, Ayasofya'nın üst katının tavanında aynı süslemeyi görüyoruz, 532-537 yılları arasında inşa edilen ayasofya 1075-1308 tarihleri arasında Anadolu'da hüküm süren müslüman bir Türk devleti Selçuklulardan nasıl esinlenmiş olabilir, bu bana hiç inandırıcı gelmiyor.
Selçuklu kültür ve sanatının temel figürlerinden biri olan sekiz köşeli yıldızın Ortadoğu’da bulunan eski medeniyetlerde ve İslam dünyasında yaygın olarak kullanıldığı, sayı biliminde 8’in cenneti anlatan bir sembol olduğunu belirtiliyor Erdoğan.
1. Dâri-celal 2. Dâri-karar 3. Dâri-selam 4. Cennetül huld 5. Cennetül mevâ 6. Cennetül adn
7. Cennetül firdevs 8. Cennetü naim.
Öyleyse neden ayaklar altında bu kutsal işaret, yalan yalanı doğurur ve yalanın içinde boğulur kalırsınız.
 

Prof.Dr. Kerem Doksat hoca cihaner olayını şöyle açıklamış:
Savcı Cihaner’i apar topar aldılar, adliye bastılar, evini aradılar. Günlerdir gelişen olaylar zinciri neticesinde “devlet krizi” bile çıktı. Konuyu ve gelişmeleri az çok herkes bildiği için bu kısımlara çok girmeyeceğim.Peki, asıl neden neydi?
Gerçekten başsavcı bir cemaat yapılanması hakkında yürüttüğü araştırma nedeniyle mi cezalandırılıyordu?
Hayır, gerçekler şunlar:
AKP, olayın cemaat üzerine giden bir başsavcının kendileri tarafından cezalandırılıyormuş görüntüsünden memnun.
AKP, olayın Ergenekon davası vs. konularla ilişkilendirilmesinden ve siyasi bir olaya dönüşmesinden memnun. Bu sayede konunun aslı hiç araştırılmıyor, çünkü tribünler dolu, herkes maça odaklanmış durumda.
AKP, olayın bir yüksek yargı çatışmasına dönüşmesinden memnun,çünkü AKP-Asker, AKP-Yargı, AKP-Adını Sen Söyle tartışmalarının hepsinde mağdur, mazlum rolünü kimselere kaptırmıyor, bu süreçlerde basın yoluyla sürekli kurumlar yıpratılıyor.
Olayın gerçek sebebi ne olabilir?
Erzincan altın, gümüş ve diğer değerli metal varlıkları açısından çok zengin bir bölge. Sadece altın rezervinin ilk yapılan çalışmalarda bugünkü değerle 3 milyar Dolar (yaklaşık 80 ton) olduğu söyleniyor, bu rakam uzmanlara göre ancak devede kulak.
Erzincan’ın İliç ilçesinde altın madeni ruhsatı alan şirket tahmin edin kim?
Sürpriz yok: Çalık Maden.
Hani Holding’in genel müdürü var ya, Başbakan’ın damadı. İşte o şirket.Ortağı kim?
Sürpriz yok: Anatolia Minerals.
İsmi Anatolia Minerals ama bir Kanada şirketi. İlginç değil mi? Kanada şirketinin adı Anadolu Madencilik.
Ortakları kim dersek yine sürpriz yok, Ahmet Çalık,artık Türkiye’de her taşın altında aynı ismi görmek mümkün.
Çalık Holding’in maden konusundaki stratejik ortağı Ahmet Çalık’ın da “member of board’da” olduğu AMDL grubu. AMDL’nin açılımı Anatolian Minerals Development Limited.
Kim bu AMDL diye sorarsak karşımıza yine sürpriz olmayan bir global şirket çıkıyor: Rio Tinto.
Rio Tinto ismi yabancı değil, dünyada daha çok çevre katili olarak anılıyor. Kısaca Rio Tinto, 200 milyar Dolarlık bir şirket, yaklaşık yarısının sahibi Birleşik Krallık asıllı.
Ayrıca, geçtiğimiz yıl Çin’de bu şirketin 5 yetkilisi fesat ve casusluk suçlamasıyla (corruption and espionage) tutuklandı.
Rio Tinto’nun büyük hissedarı Rothschild Ailesi. İşte bu da hiç sürpriz değil.

Başka nedenlere bakalım,Geçen günlerde medyada ilginç bir haber yer almıştı "Sermayesinin savaşlar ve kan olduğu bilinen, servetinin bugün trilyonlarca dolar olduğu tahmin edilen Rothschild hanedanlığı, gözünü İstanbul’a dikti! İDO ve İGDAŞ başta olmak üzere belediye şirketlerini satın almak için dünyaca ünlü Yahudi para baronlarından Rothschild ailesinin Türkiye yönetim kurulu başkanı Dr. Yılmaz Argüden kapıyı çaldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait şirketlerin satışıyla ilgilenen Rothschild’ler ve Yahudi düşünce kuruluşlarının temsilcileri randevu talep etti."

"Kanal İstanbul" projesi de İstanbul’u üç dinin merkezi haline getirmeyi öngören 1948 tarihli Thornburg raporunda öngörülen kamulaştırmaların yapılamamasından dolayı ortaya atılmıştır, bu proje, dönemin masonları tarafından gündeme getirilmişti ama sonra rafa kaldırılmıştı.
Kanal İstanbul projesi, mason localarında pişirilmiş sonra da Başbakanlığa servis edilmiş bir yahudi projesidir!
Rothschild ve dolayısıyla Amerika’nın Tayyip Erdoğan’ı, Tayyip Erdoğan’ın Amerika’yı keşfetmesi karşılıklıydı. Nisan 1995’te Amerika’ya giden Tayyip Erdoğan’ın Amerika ziyaretleri, Kasım 1996 da, Aralık 1996’da ve sonraki yıllarda devam etti.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu sırada aldığı 10 ay hapis cezası 27 Eylül 1998’de onanan Tayyip Erdoğan’ı, hemen ertesi gün ziyaret eden Amerika İstanbul Başkonsolosu Carolyn Huggins, "Bu tür gelişmeler Türkiye demokrasisi üzerindeki güveni azaltır" diyerek Tayyip Erdoğan’ın arkasındaki Amerikan desteğini ilan etmişti.

Aynı konuda Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü James Rubin de aynı mesajı vermişti. Ve ilginç bir rastlantı olarak, Tayyip Erdoğan, 26 Mart 1998’de cezaevine girmeden hemen önce yine Amerika’daydı,Tayyip Erdoğan'ın şiir okuduğu için hapse atılması mağdur edebiyatının başlangıç komplosu muydu acaba?

Tayyip Erdoğan- Rafael Sadi ikilisi Kasımpaşa'dan ilkokul ve mahalle arkadaşıdır, Rafael Sadi 19 yıldır İsrail'de yaşayan Türkiye kökenli bir musevi,gelin görün ki İsrail'de doğup büyümüş bir yahudiden daha fanatiktir, İsrail'in kanlı-kansız bütün eylemlerini militanca savunur, İsrail devletine toz kondurmaz.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ziyaretleri başta olmak üzere özellikle Türkiye'den İsrail'e yapılan üst düzey ziyaretleri "gazeteci" sıfatıyla yakından izler, pos bıyıkları, iri göbeği ve ağzından düşürmediği sokak argosu ile yolda görseniz tipik bir Türk esnafı zannedersiniz, Oda tv ye yapılan baskında onun rolü ne idi acaba?

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyalist Grup Başkanı Andreas Gross, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, kendisine "Artık Anayasa’nın ilk üç maddesi gibi Türklüğe vurgu yapan maddelere ihtiyaç duyulmadığını" ve bu maddelerin "ileride olmayacağını" söylediğini açıkladı, Başbakan BOP eş başkanı olduğunu göğsünü gere gere açıklarken Anayasayı değiştirmek adına bu tavizleri mi vermişti?

Tabi ki tanırsın,çünkü emir büyük yerden,hem insan yol arkadaşını tanımaz mı?
Biz değil miydik Kuzey Irak’ta "kırmızı çizgiler" ilan eden.
Biz değil miydik “Kerkük’e, Musul’a Kürt peşmergeler giremez” diye naralar atan.
Biz değil miydik “Irak’a asker gönderip göndermeyeceğimiz konusunda muhatabımız Kuzey Irak’taki aşiret liderleri değil, Amerika Birleşik Devletleri’dir” diye konuşan.

Geriye dönüp bakın bakalım.
Kimin dediği olmuş bugüne kadar. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin mi yoksa daha devlet kavramına bile aşina olmayan iki tane Kürt aşiret reisinin mi? sınır kapılarımızda çavuşlarımızla muhatap olabilen bu adamları, kırmızı halılarla karşılayıp abim diyerek bağrına basan bizim Dışişleri bakanımız değil mi?
Amerika ile istihbarat paylaşımı anlaşması yapıldı, başına saygın bir Türk emekli general getirildi peki alınan netice nedir, Koca bir fiyasko, Türk ordusuna bir bilgi verilirken kandil dağına on bilgi ulaştırıldı, tıpkı kuzey ırak'ta Türk askerinin başına çuval geçirme olayının organize edilmesi gibi, bu iki olay da Başbakanın bilgisi dahilinde gerçekleştirildi diye düşünüyorum.

Milyonlarca müslümanın katledilmesine ortak olurken ve Amerikan askerlerinin ülkesine sağ salim dönmesi için dua eden bir adamın inançlarını sorgulamak gerekmiyor mu?
Ülkenin her köşesi Ajanlarla işgal edilmiş durumda, Emniyet genel müdürlüğü binasında 35 üst düzey CIA Ajanı oturuyor, kimin emriyle acaba? Aselsan mühendislerimiz öldürülüyor, petrol mühendislerimiz öldürülüyor, istihbarat subaylarımız suikast'e uğruyor, Devletin açıklaması "İntihar ettiler" bu kadar trajikomik olabilir mi? bu olaylara şahit olanlar ya enteresan bir şekilde kayıp oluyor, yada bir kazaya kurban gidiyor, adeta içeriden işgal edilmiş gibiyiz.
Başbakana danışmanlık edenler kimlerin tezgahından geçerek geliyorlar acaba hiç düşündünüz mü? ve kısa süre sonra hangi bakanlıkların koltuğuna oturuyorlar bir inceleyin, Maliyesini ingiliz pasaportlu bir adama teslim eden kaç ülke var bu Dünyada, Anayasasını kendi halkından önce Amerika ve Avrupa'ya anlatan kaç ülke tanıyorsunuz.
Kanada’dan başında kipasıyla belirip, açıklamalarıyla bilmem kaç kişinin hayatını karartan, ve aynı hızla karanlık köşesine çekilen sözde Ergenekon tanığı Tuncay Güney, bu adamın hangi güçler tarafından yetiştirilip ortaya salındığı belli değil mi, hükümetin devlet televizyonunu adeta bu adama tahsis edip aylarca kin kusmasına müsade etmesi, ağzından çıkan her ismim bir bir silivri zindanlarına atılması kimlerin organizasyonuyla hayata geçti acaba, Dünyanın her ülkesinde kirli ajanlarıyla boy gösteren Rothschild ailesinin sihirli elleri ve taşeron hükümetin sınırsız desteğiyle gerçekleşiyor bu hain tuzaklar, amaç Dicle ve Fırat arasındaki hayali gerçekleştirmek.

Dünyayı yöneten Yahudi ailesi: Rotschild... 

BİLİNEN TARİHİN BİLİNMEYEN YANLARI

Hitler, dünya tarihine gelmiş geçmiş en faşist ve psikopat lider olarak bilinir.. Çoğu kişi Hitler’in şizofrenin eşiğinde olan fanatik Alman milliyetçisi psikopat bir lider olarak tanır ancak gerçekte hiç kimse Hitler hakkında bildiklerinin kendilerine anlatılan resmi tarih senaryosundan başka bir şey olmadığını bilmez..
Hitler, hakkında en çok komplo teorisi uydurulan tarihi liderlerden (kuklalardan) birisidir..
ABD’de sivri çıkışları ve dürüst kişiliği ile tanınan Texas Üniversitesi tarih profesörlerinden Texe Marrs’ın 2007 Mayısı’nda çıkan kitabının adı 'Bilinen Tarihin Bilinmeyen Yanları'.
Kitapta Osmanlı devletinin planlı olarak nasıl dağıtıldığı, Arap birliğinin nasıl parçalara ayrıldığı, 1.Dünya Savaşı, Kukla Diktatör Hitler, 2.Dünya Savaşı, İsrail devletinin kuruluşu Kennedy Suikastı, MOSSAD suikastları ve 11 Eylül saldırıları olmak üzere 10 bölüm yer alıyor.. Bu bölümlerde yazarın savunduğu iddialar basit bir komplo teorisi gibi laf dolması bilgilerle değil fiziki kanıtlar ve şahitler eşliğinde net bir biçimde ortaya koyuluyor.
Öncelikle son yıllarda Türkiye’de hızla yükselen bir trend haline gelen ”Hitler hayranlığı ve Türk nasyonal sosyalizmi” gibi kavramların ortaya çıkmasına bir cevap olarak Hitler’in tarihi kimliğinin arkasında yatan karanlık bağlantıları kaba hatları ile sizlere aktarmaya çalışacağım.. 
 

DÜNYAYI YÖNETEN AİLE: ROTSCHILD AİLESİ

Çoğu kişi Rotschild ailesinin adını bile bilmez.. Bu ailenin adı ne Forbes dergisinin düzenlediği ”Yılın Zenginleri” bölümünde yer alır ne de dünya jet-sosyetesinin partilerinde adları geçer.. Ancak birçok ülkenin diplomatı bu ailenin adını duydukları zaman beş dakika durmak zorundadır. Çünkü bu aile dünya tarihi sahnesinde 1590 yılından beri vardır ve dünya bu Yahudi ailesinin çok gizli faaliyetleri neticesinde bugünkü şeklini almıştır..

Çoğu kişi dünyada hiçbir ailenin böylesine bir gücü elinde tutabileceğine inanamaz.. Çünkü bir ailenin böylesine siyasi ve ekonomik bir gücü nasıl elde ettiğini anlayamaz.. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki aile derken üç-beş kişilik çekirdek bir aileden bahsetmiyorum. Roschild ailesinin bugün 1000-1500 civarında ferdi olduğu bilinmektedir. Bu aile fertlerinin her biri dünyanın gelişmiş olan ya da gelişecek olan ekonomilerine sahip olan ülkelerinde çok derin faaliyetler sürdürmek üzere dağılmışlardır.

Dünyada olan her siyasi ve ekonomik olan gelişmeyi İsrail devletinin çıkarlarına uygun düşecek şekilde düzenlemek en kutsal görevleridir.. Ailenin geçmişi 16.yüzyıla dayanıyor..Aile İngiliz Kraliyet Saraylarında kralın yaverliğini yapan bir aile olarak ortaya çıkıyor önceleri.. Kralın stratejik ve ekonomik danışmanlıklarını, izlemesi gereken siyasi tutumlarını ve dış politika stratejilerini bu aile belirliyor..

Sadece bununla da yetinmeyip kraliyet saraylarındaki tüm ihaleleri kazanarak bu ihaleleri başarıyla sonuçlandırıp hatırı sayılır bir servetin de sahibi oluyorlar.. Bu ticari faaliyetlerin yanı sıra yaptıkları her ticari ve siyasi faaliyetten yüklü komisyonlar da almayı ihmal etmiyorlar..

İngiliz saraylarındaki kariyerleri sayesinde kolayca kazandıkları astronomik paralarla tarihin ilk bankacılık faaliyetini gerçekleştirip, İngiliz çiftçilerine de astronomik faizlerle tarım kredisi vermeye başlıyorlar ve 50 sene geçmeden neredeyse İngiltere devletinden daha zengin bir hale geliyorlar.. Faaliyet alanını iyice geliştirip, derinleştiren Rotschild ailesi Avrupa’daki tüm imparatorlukların saraylarında söz sahibi olur hale geliyorlar..

Sadece İngiltere’de değil Avrupa’nın dört bir yanında tarımla uğraşan insanlara yüksek faizle kredi vererek, altın ve gümüş komisyonculuğu yaparak servetlerini iyice katlıyorlar.. Ekonomik gücü aklın ve mantığın sınırlarını zorlamaya başlayan Rotschild ailesi daha da karanlık ve karlı bir işe girişiyorlar. İşin adı ”Savaşa giren devletlere faizle borç vermek”..

Bu işin ilk icraatını İngiltere-Fransa savaşında gerçekleştiriyorlar. İngiltere’ye savaşa girmesi için sermaye olarak 35 ton altını faizle borç olarak veriyorlar.. İngiltere, Fransa karşısında yeniliyor ve Rotschıld ailesine olan borcunu ödeyemiyor.. Bunun karşısında borcun oluşturduğu mükellefiyetten dolayı İngiliz Merkez Bankası yani Bank of England ödenemeyen borç karşılığında Rotschıld ailesine devrediliyor..

Rotschıld ailesi İngiliz devletinin bu devir etme işlemini bir şartla kabul ediyor: ” İngiliz sterlinini kendilerinin basması şartı ile..”.

İngiliz hükümeti bu şartı o dönemde kabul etmek zorunda kalıyor ve İngiliz sterlinini basma yetkisi bir Yahudi ailesine veriliyor.. Görünüşte ekonomi hakkında pek bilgisi olmayan arkadaşlar için bu durum pek bir şey ifade etmeyebilir..

Para basma yetkisini başka bir kuruluşa yada şirkete vermek demek aynı zamanda ülkenin bağımsızlığını da bu kuruluşa satmak demektir.. Çünkü bir ülkenin bankası o ülkenin parasını basarken bastığı para karşılığında o ülkenin hazinesine değerli maden koymak zorundadır.. Örneğin Türkiye Merkez Bankası, devlet matbaasında 20 YTL basıyorsa eğer devlet hazinesinde 20 YTL değerindeki altını, elması ya da petrolü koymak zorundadır. Aksi halde basılan para kağıt parçasından başka bir şey olmaz..

İşte Rotschild ailesinin de yaptığı şey budur.. İngiliz sterlinini basarak İngiliz hükümetine faizle borç olarak vermiş ve karşılığında altın ve elmas almıştır.. Bu şekilde bir yılda 12,000 ton altın kar ettiği ekonomi tarihçileri tarafından bilinmekteydi. Rotschild ailesinin en büyük girişimi ise İngiltere ile Amerika’daki kolonilerin savaşı olmuştur..

Savaş sırasında Rotschild ailesi çok gizli bir biçimde Amerikan kolonilerini desteklemişlerdir.. Amerika’nın İngiltere’ye karşı direnişini yöneten kişilere yüklü miktarda silah yardımı yapılmış, İngiltere’nin bu savaşta yenilmesinin sağlanacağı garanti edilmiş ve karşılığında kurulacak olan Amerika devletinin resmi para birimini basma yetkisi istenmiştir..

İngiltere ile savaş konusunda çok umutsuz olan başkan Washington ve ekibi bu karlı teklifi hiç düşünmeden kabul etmiştir ve böylece günümüzde tüm dünyada çok popüler olan Amerikan dolarını basma yetkisini alarak bir hayli karlı bir işe imza atmışlardır..

Savaşı Amerikan kolonileri kazanmış ve İngiltere Amerika’dan elini ayağını çekmek zorunda kalmıştır..İngiltere-Amerika savaşından yenik çıkan İngiltere bu sefer Amerika’ya yardım ettiğini düşünerek Fransa’ya saldırmıştır.. İngiltere, Rotschild ailesinin kendilerine finansal destekte bulunacağına güvenerek bu savaşa girdiyse de Rotschild ailesinden umdukları desteği bulamamışlardır..

Rotschild ailesi el altından Fransa’yı destekleyerek Amerikan kolonilerinin bağımsızlığını garanti etmek istemiştir..Bir taraftan da bu aile İngiliz borsası üzerinde spekülasyona girişmiştir..
İngiltere-Fransa savaşı sırasında borsada müthiş bir hareketlenme olmuş ve borsaya oynayan halk İngilizlerin savaşı kazanacağını düşünerek girişimlerini arttırmışlardır Bunu fırsat bilen Rotschild ailesi ”İngilizlerin savaşı kazandığı” iddiasını ortaya atarak İngiliz halkının her şeyini borsaya oynamasını sağlamıştır..
Ancak generaller ve ordudan geriye kalanlar İngiltere’ye döndüğünde gerçekler ortaya çıkmış ve İngiltere’nin savaşta kaybettiği ortaya çıkmıştır..
Borsa nominal seviyesi, herkesin malını kurtarmaya çalışıp mal hisselerini geri almaya çalışmasından dolayı anormal derecede yükselmiş ve böylece kağıtları elinde tutan Rotscild ailesi bu ticaretten en karlı çıkan isim olmuştur..
İngiliz tarihçilerin ”Kara eylül” diye nitelendirdiği bu olay ile Rotschild ailesi adeta İngiltere devletinin mülkiyetini ele geçirmiştir..
Bu ekonomik faaliyetleri sonucu iyice gelişen Rotschild ailesi, kenan diyarında Tanrı’nın kendilerine vaad ettiği kutsal İsrail devletini kurmak için gerekli olan şablonu hazırlamaya başlamıştır..

Osmanlı devletinin parçalanması için gerekli olan her şeyi yapmışlardır..
Osmanlı devletine komşu olan ülkeleri sürekli olarak finanse ederek Osmanlı’ya karşı savaşmaları için kışkırtmışlardır..

Böylelikle sudan bahanelerle Osmanlıya saldıran Rusya, Avusturya ve diğer komşu devletler, Osmanlının askeri ve ekonomik güç bakımından iyice yıpranarak azınlıkların ayaklanmasını sağlamışlardır..
Osmanlı devleti nereye koşacağını şaşırmış ve neticede azınlıkların ayaklanarak ayrı ayrı devletler kurmasına engel olamamışlardır..
Osmanlının en çok dış borcu Rotschild ailesinin sahibi olduğu Bank Of England bankasınadır..
Osmanlı Devleti, Rotschild ailesine olan borcunu ödeyecek durumda olmadığından Rotschild ailesi bunu fırsat bilmiş Osmanlıya iğrenç bir teklifte bulunmuşlardır..
Sultan2. Abdulhamit ile görüşen Lord Baron Rotschild ”Kudüs şehrinin, Filistin’in, Suriye’nin ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin yeni kurulacak olan Yahudi devletine verilmesi karşılığında Osmanlı devletinin tüm dış borcunu silme ve balkanlarda, Afrikada kaybettikleri toprakları geri verme” teklifinde bulunmuş ancak Abdulhamid teklifi şiddetle reddetmiştir..
Abdulhamid, dinen böyle bir tutum sergileyerek büyük bir sevaba girmişse de Osmanlı devletinin yıkılma sürecini hızlandırmıştır Daha sonraları Enver Paşa, Abdulhamid’in bu tutumunu tarihi bir hata olarak değerlendirmiştir.
Enver Paşa’ya göre Kudüs şehri ve Kenan diyarı Yahudilere geçici olarak verilmeli ve Osmanlı tekrar eski gücüne kavuştuktan sonra bu topraklar geri alınmalıydı..
Ulu önder Atatürk’e göre ise Osmanlı devleti böyle bir şey yapmış bile olsaydı yıkılmaktan kurtulamazdı çünkü Osmanlı üzerine korkunç oyunlar oynanıyordu. üstelik devlet her kademesi ile adeta kokuşmuş bir haldeydi.
Anlatılan bu süreçlerden sonra Rotschild ailesi 1.Dünya savaşının çıkmasında çok aktif bir şekilde rol almış ve savaşın çıkması için gerekli olan tüm tezgahı sağlamıştır


Rotshıld ailesinin hesaplarına göre:

1.Dünya savaşı ve Arabistanlı Lawrence’in faaliyetleri Arapların birçok parçaya bölünmesi İsrail devletinin kurulması için yeterliydi..
Savaş gerçekleşmiş, Almanların önderliğindeki İttifak devletleri grubu savaşı kaybetmişlerdi..

Rotschild ailesinin tüm hesapları tutmuş ve İsrail devletinin resmi kuruluşunun ilan edilmesinden başka bir şey kalmamıştı ortada.. Ancak tarihi rüyaya çeyrek kala Rotschild ailesi ayrıntılarda küçük bir hesaplama hatası yaptığını farkedememişti..
İsrail devleti kurulmaya hazırdı tamam ama; dağ ve ovalardan ibaret olan İsrail topraklarında kim yaşayacaktı?
Sürekli olarak gelişmiş Avrupa kentlerinde yaşamış olan Yahudiler İsrail’de yaşamaya nasıl ikna edilecekti?? Esas sorun buydu.. Bu sorunun giderilmesi için Rotschild ailesi radikal kararlar aldı ve yeni bir savaş için gerekli olan ortam hazırlanmaya başlandı..

KUKLA DİKTATÖR HİTLER’İN ORTAYA ÇIKIŞI VE 2.DÜNYA SAVAŞI:

Almanya devleti Birinci Dünya savaşından adeta bir enkaz halinde oldukça demorolize bir biçimde çıkmıştı.. Devlet tüm ekonomik ve askeri gücünü savaş sonrasında kaybetmişti..
Ve tüm bunlara ilave olarak birde çok ağır yaptırımlar içeren savaş tazminatı anlaşmalarına imza atmışlardı… Ancak Almanya’nın borçlu olduğu ülkelerin merkez bankalarının %85′i Rotschild ailesine ait olduğundan Almanya sadece Yahudi Rotschild ailesine borçluydu..
Rotschild ailesi Almanların bu yüklü borcun onda birini dahi ödeyemeyeceklerini adı gibi biliyordu.. Rotschild ailesi enkaz halindeki Almanya’ya Alman merkez bankasının kendilerine devredilmesi karşılığında dış borçlarının silinmesini teklif ediyordu ve Almanlar borcu ödeyemeyeceklerini bildikleri için teklifi kabul etmek zorunda kalıyorlardı..
Aslında bu durum sonun başlangıcıydı.. Bırakın savaşacak parayı ve silahı, savaşta asker olarak kullanılacak erkek vatandaşı bile kalmayan Alman devleti enkaz haldeyken tekrar sivirlerek tüm dünyaya kafa tutacak gücü nereden ve nasıl bulabilirdi? Bunun için ancak Tanrının yardımı gerekirdi..
Ancak onlar intikam için plan yapmadan Rotschild ailesi onlar için çok gizli bir plan yapmıştı bile.. Bu plana göre sahte ama çok inandırıcı bir faşizm rüzgarı Avrupa’da esecek ve Yahudilere en ince ayrıntısına kadar planlanmış bir şekilde şiddet ve baskı uygulanarak İsrail’e göç etmeye mecbur bırakılacaklardı..
Bu planın ilk parçası Almanya’nın ekonomisinin ayağa kaldırılması ve Almanya’nın hızla silahlanmasının sağlanmasıydı.. Almanya yıllar boyu A’dan Z’ye her konuda finanse edilmiş, 2.dünya savaşında savaşmak üzere neredeyse çocukluktan askerler yetiştirilmiştir..
Muazzam bir ekonomik ve askeri güce kavuşan Almanya’nın başına ise 1.Dünya savaşında er olarak savaşan fanatik milliyetçi Hitler getirilmiştir..
İtalya ise Almanya’da başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan ve adına faşizm denilen rüzgarın etkisi altında kalmış ve iktidara Mussoloni gelmiştir..
Mussoloni’nin iktidara gelmesi Rotschild ailesinin bir planı değil kendiliğinden gelişmiş bir olaydı ama bu durum Rotschild ailesinin ekmeğine yağ sürmüştü..
Hitler iktidara gelir gelmez müthiş hitap yeteneği ve ürkütücü karizması ile Alman halkını yediden yemişe peşinden koşturmuştur.. Hitler’in konuşmalarında ve toplantılarında ise şaşırtıcı bir biçimde ana hedef Yahudilerdir..
Hitler’in iktidara gelmesinden önce kardeş gibi bir arada yaşayan Alman ve Yahudi halkları birbirlerine hiçbir zararlarının dokunmamasına rağmen oluşturulan yapay kaos ortamı yüzünden birbirleri ile kanlı bıçaklı hale gelmişlerdir..
Savaştan önce Yahudi işadamlarına Nazi gençlerinin düzenlediği saldırılar, ev kundaklamalar ve cinayetler ortamı iyice germiştir.. Zengin olan Yahudiler bir yolunu bulup Almanya’yı terk etseler de fakir olan zararsız Yahudiler bir yere gidecek paraları olmadığından oldukları yerde kalakalmışlardı ..
O dönemler savaş dönemleri olduğundan Almanya’nın dışına çıkmak için büyük paralar ve bazı önemli bağlantılar şarttı.. Fazla gereksiz detaya girmeden Hitler savaşı başlatmış ve Almanya’nın sahte intikam harekatı başlamıştı..
Almanya savaşın ilk yıllarında anormal bir başarı göstermiş ve Fransa, Yugoslavya, Çekoslovakya, Avusturya ve Belçika gibi ülkelerin tamamını çok kısa sürede ele geçirerek Nazi ordularının gücünü ortaya koymuştur.
Özellikle Paris kentine 2 saatte giren Nazi orduları İngiltere ve İspanya’nın iyice ürkmesine neden olmuştur..İngiltere’yi hava saldırıları ile darmadağın eden Nazi orduları bir taraftan da sözde Yahudi soykırımı yapmaya başlamıştır..
Yahudiler bir bir katledilmiş ve imha fırınlarında yakılmıştır.. Ortada öyle korkunç bir ortam vardır ki savaştan sonra bölgeyi teftişe gelen Amerikalı generaller bile uçaklarından iner inmez havadaki pis kokudan dolayı hava alanına kusmuşlardır.. Havadaki pis kokunun nedeni ise sürekli olarak yakılan insan cesetleri ve çürümüş cesetlerdir..
Savaştan sonra tam bir korku ülkesine dönen Almanya’da ortaya atılan iddialara göre neredeyse hiç Yahudi bırakılmamıştır..
Ancak Sovyet araştırmacılar durumun hiç de öyle olmadığını savaşta katledilenlerin sadece %15′in Yahudi olduğunu net ve çarpıcı belgelerle kanıtlamışlardır..
Bu belgelere göre savaşta öldürülenlerin çoğu çingene ve Polonyalılardı.
Geriye kalan zengin Yahudiler Rotscild ailesinin kurduğu paravan şirketler aracılığı ile Amerikan askerleri denetiminde gizlice Amerika’ya değil İsrail’e kaçırılmışlardır..
İsrail’e getirildikleri dönemden İsrail devleti kuruluncaya kadar olan süreçte tabiri caizse Allah’ın dağında prefabrik usulü yapılmış evlerde kalmışlar ve büyük zorluk çekmişlerdi..
Kaçmak için girişimlerde bulunanlar ise Tevrat’ın emrettiği bir biçimde idam edilmişlerdir..
Neticede yaratılan sahte milliyetçi bir hava ile sözde Yahudi soykırımı yapılmış, tüm dünyada Yahudilere yönelik şiddet eylemlerine girişilmiş ve Yahudiler İsrail’e göç etmek zorunda bırakılmışlardır.
Yani Rotschild ailesi 1.Dünya savaşında yarım bıraktığı işi 2.Dünya savaşında tamamlayabilmiştir..
Aşırı dindar bir aile olan Rotschild ailesi kendilerine göre Tanrı’ya olan sözünü yerine getirmişlerdir..

BAŞKAN KENNEDY’NİN ORTADAN KALDIRILMASI

2.Dünya savaşından sonra kurulan İsrail devleti’nde her şey 1960 yılında John Fitzgerald Kennedy’nin Amerikan başkanı olmasından sonra değişmiştir..
Kennedy Amerikan tarihinin en genç başkanıdır ve aynı zamanda Amerikan başkanı olmuş ilk Katolik kişiydi Kennedy’den önce Amerika’da Katolik bir başkan hiçbir zaman olmamıştır..
John F Kennedy’nin babası olan Joseph Kennedy de politikacı olup aynı zamanda İngiltere büyükelçiliği yapmış olan Katolik bir büyükelçiydi.. Ne babası, ne de başkan Kennedy Yahudilerle iyi geçinemiyorlardı ..
Babası büyükelçilik yaptığı dönemde Londra’da Yahudilerin boy hedefi haline gelmiş ve çeşitli saldırılara maruz kalmıştır.. Kennedy de Amerika’da başkan seçilmeden önce Sigmund Rotschild’in kendisine yapmış olduğu ”başkan seçildiğinde orta doğuda İsrail tarafını tutan bir politika izlemesi karşılığında milyonlarca doları bulan seçim kampanyası masraflarını karşılayacaklarını belirtmiştir..”
Ancak Kennedy böyle bir teklifin bir daha kendisine yapılmamasını rica etmiş ve kendisini hakarete uğramış gibi hissettiğini belirttirmiştir.. Kennedy İsrail lobisinin Amerikan devleti üzerindeki faaliyetlerinden anormal derecede rahatsız bir politikacıydı. Kennedy’e göre lobilerin Amerikadaki faaliyetleri Amerikan bağımsızlığına vurulmuş bir darbeydi..

KENNEDY İLE İSRAİL BAŞKANI BEN GURİON’UN NÜKLEER KAVGASI :


İsrail kurulduğu günden beri Ortadoğu’da hep bir süper güç olma hayali ile hareket etmiştir.. Bu yüzden İsrail Devleti Ortadoğu’da hızlı bir ”nükleer silahlanma programı” izlemeye başlamıştır İsrail’in Dimona çölünde kurduğu nükleer santralinde peynir-ekmek gibi atom bombası ve nükleer başlıklı füzeler üretmesi özellikle başkan Kennedy’i anormal derecede rahatsız etmiştir..
İsrail’in nükleer füzelerinin Ankara, İstanbul, Şam, Tahran, Bağdat ve Riyad gibi şehirleri vuracak kapasitede ve menzilde olması Kennedy yönetimini önlem almaya mecbur bırakmıştır..
Kennedy, Ben Gurıon’a yazdığı sert bir uyarı mektubunda ”İsrail’in nükleer programını durdurmaması durumunda Amerikan yönetiminin yaptırım uygulamaktan kaçınmayacağını belirtmiştir”..
Ben Gurıon da cevap olarak gönderdiği mektupta Kennedy’e ”genç adam” diye hitap etmiş ve bazı ağır ithamlarda bulunmuştur..
Bu mektuplaşmalar iyice çığırından çıkmış ve hakaretleşmeye dönüşmüştür..Bu durum üzerine tepki olarak Ben Gurion istifa etmiştir.. Ünlü Yahudi politikacı Henry Kissenger ”İsrail’in nükleer programına son vermesi İsrail’e büyük zarar verir” diyerek Kennedy’i ikna etmeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır..
Kennedy bununla da yetinmemiş 4 Haziran 1963′te Amerikan temsilciler meclisine danışarak çıkarttığı 11110 sayılı kanunla Amerikan dolarını basma yetkisini Rotshild ailesine ait olan Federal Reserve Bank’ın elinden alarak Amerikan Merkez Bankası’na vermiş ve ”bir ülkenin parasının denetimin şahısların elinde olmasının büyük bir sorun olduğunu” belirterek kendi sonunu hazırlamıştır.
Federal Reserve Bank ve dolar İsrail’in en büyük gelir kaynağıdır tabiri caizse şah damarıdır..
Kennedy, doları basma yetkisini Federal Reserve Bank’ın elinden alarak adeta İsrail’in şah damarını kesmiştir.. Neticede İsrail için Kennedy’nin etkisiz hale getirilmesi farz olmuştur..
Kennedy’nin seçimleri kaybetmesini beklemek boş bir umuttu çünkü Kennedy halktan büyük destek görüyordu.. Kennedy’e seçimler kaybettirilse bile sonradan kazanması yüksek ihtimaldi.. Üstelik Kennedy’nin kardeşi de gelecek vaad eden bir polikacıydı..
Dünyada hiçbir aile böylesine politik bir gücü elinde tutmayı başaramamıştı.. Tek bir çare gözüküyordu.. O da suikasttı.
Kennedy bir şekilde öldürülürse Amerikan yasaları gereği yerine yardımcısı getirecelecekti.. Kennedy’nin yardımcısı Lyndon Johnson’dı..
Johnson tam bir İsrail taraftarıydı.. Kendi politik hırsları yüzünden İsrail’e gözünü kırpmadan yardım edebilirdi..
Üstelik Kennedy ile hiç iyi geçinemiyordu, söylentilere göre Kennedy kendisini kovmaya çalışıyordu.. İsrail Kennedy yok etmek için suikast kararı alır ve kararı Amerikan derin devleti için derin bağlantılarını kullanarak çok gizli bir biçimde uygulamaya koyar..
Kennedy’i öldürmek için en uygun ortam seçim kampanyaları için geleceği Dallas’tır.. Dallas’ta her zamanki gibi üstü açık araba ile halkı selamlayacak olan Kennedy’i korumakla görevli CIA ajanları özel olarak ayarlanacak ve başkanın güvenliği sabote edilecekti..
Böylece suikast çetesi Kennedy’i rahatlıkla Öldürebilecekti Suikast çetesi için değişik rivayetler vardır..
Kimileri Kennedy’i Fransız suikast çetesinin öldürdüğünü, kimileri ise kübalı sürgünlerin öldürdüğünü iddia eder ancak kesin olan bir şey var ki Kennedy’i öldürenler çok profesyonel ve acımasız keskin nişancılar (sniper)’lardan oluşan bir suikast timidir..
Kennedy Dallas’ı ziyaret etmeden önce akşam yani 21 Kasım 1963 akşamı Dallas’ta gökten boşalırcasına yağmur yağmıştır Ancak şehir halkı buna rağmen başkanı en iyi şekilde karşılamak için elinden geleni yapmıştır..
22 Kasım 1963 sabahı Washington D.C’den Air Force One uçağı ile Dallas’a gelen başkan Kennedy ve eşi, sabah 9′ta şehir merkezinde Dallas valisi Connaly ile birlikte kahvaltı ettikten sonra üstü açık bir Limuzin’e binerek halkı selamlamaya başlamışlardır..
Tam 6 aracın olduğu kortejde en son arabada başkan Kennedy ve vali Connaly vardır.. Önde motosikletli SS korumalar ve yanda CIA ajanlarının bulunduğu arabalarla Kennedy’nin arabası Kortejle birlikte Elm caddesinden Houston’a doğru beklenmedik bir dönüş yapar…
O sırada silah sesleri yükselmeye başlar.. Polisler telsizle anons etmeye başlar.. ”Korteje ateş ediyorlar yere yatın” diye..
Tam 6 el silah sesi duyulur..
Birinci mermi arabayı komple ıskalar ve alt geçitte bekleyen Edmund Harris adındaki taksi şoförünün kulağını parçalar..
İkinci mermi Kennedy’i tam omzundan vurur..
Üçüncü mermi Kennedy’i ıskalayıp ön koltuktaki vali Connaly’i omzundan vurur.
Dördüncü mermi Kennedy’i boynundan vurur, aynı mermi başkanın vücudundan çıkıp Vali Connaly’i sırtından vurur..
Beşinci mermi arabayı ıskalayıp dikiz aynasını kırıp dışarı çıkar..
ve Altıncı mermi…
Altıncı mermi başkan Kennedy’i tam kafasından vurur..
Başkanın kafasını parçalayan mermi bulunamaz..
Suikasttan sonra yapılan araştırmalarda Kennedy’i sözde komünistlerden vatan haini Lee Harvey Oswald’ın vurduğu iddia edilir.. Ortada altı mermi olmasına rağmen Oswald’ın tek katil olduğu görüşüne verilir..
İddialara göre Oswald Texas Okul kitapları bürosunun altıncı katındaki pencere dibinden İtalyan yapımı Manlicher Caracano marka sniper tüfeği ile başkan Kennedy’i ve Vali Connaly’i altı kez vurarak başkanı öldürmeyi başarmıştır..
Sözde suikastçı sniper Lee Harvey Oswald’ın vurduğu başkan Kennedy feci şekilde can vermiş ve Lee Harvey Oswald apar topar hapsi boylamıştır..
Ortadaki deliller birden çok keskin nişancının olduğunu göstermesine rağmen İsrail denetimindeki Amerikan derin devleti suçu Lee Harvey Oswald’ın üzerine atarak delilleri bir bir yok etmiştir..
Suikasti gören 57 kişi ya bir kaza ile ya da intihar ile ölü bulunmuştur..
Lee Hervey Oswald ise suikasttan iki gün sonra mahkeme çıkışında yüzlerce FBI ajanı ve polisin arasında yahudi bir bar işletmecisi olan Jack Ruby tarafından öldürülmüştür.. Bu Amerikan milliyetçisi Yahudi Lee Harvey Oswald’ı öldürmesinin nedenini ise ”komünistlerden Amerikanın aldığı intikam” olarak yorumlamıştır..
Birden çok keskin nişancı tarafından vurulan Kennedy’nin otopsisini Amerikan ordusundaki üst düzey amiral ve generaller yürütmüş ve otopsideki suikast delillerini bir bir sabote etmişlerdi..
Ailesi Kennedy’nin kafasının kesilerek incelenmesini ve böylelikle gerçek suikastçıların bulunmasını istediğinde ise Amerikan birimleri konuyu şiddetle reddetmişlerdir..
Kennedy apar topar gömülerek konu örtbas edilmiştir.. Başkan Kennedy’nin suikast sonucu öldürülmesinden sonra başkan adayı olan kardeşi senatör Robert Kennedy de bir basın toplantısı sırasında İsrail işbirlikçisi Filistinli bir genç tarafından kurşunlanarak öldürülmüştür…

KENNEDY SUİKASTİNİN SONUÇLARI:

Kennedy’nin kapattığı İsrail Dimona çölündeki nükleer santrali tekrar açılmış ve İsrail nükleer silah üretimine eskisi gibi iyice hız vermiştir..
Federal Reserve Bank’ın elinden Amerikan dolarını basma yetkisini alan başkan Kennedy’nin çıkarttığı 11110 sayılı kanun iptal edilmiş ve Amerikan dolarını basma yetkisi tekrar Rotschild ailesine ait olan Federal Reserve Bank’a verilmiştir..
II.Dünya savaşından sonra ılımlı ve sakin bir politika izleyen Amerika devleti özellikle Kennedy suikastından sonra soğuk savaş sürecini de başlatmıştır..
Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki soğuk savaştan tüm dünya devletleri çok olumsuz yönde etkilenmiştir.. Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki silahlanma rekabeti adeta bir sidik yarışına dönmüştür..
Amerika tüm dünya genelinde emperyalist faaliyetlerine hız vermiş ve Vietnam’a saldırmıştır.. Vietnam’da binlerce kişinin ölmesine ve birçok ülkenin bu savaştan dolaylı olarak zarar görmesine neden olmuştur..
Amerika’da İsrail lobisi ise iyice pervasızlaşmış ve yönetimde söz sahibi olmuştur..
Amerika İsrail devletinin yaptığı katliamlara sesini çıkaramaz hale gelmiş ve İsrail ile suç ortaklığı yapmaya başlamıştır..
En basitinden örnek vermek gerekirse:
İsrail devletinin çok gizlice yürüttüğü ”Samuel Vanunu’yu kaçırma operasyonu” na istemeden şahit olan bir Amerikan Firkateynindeki 23 deniz piyadesi İsrail hücum botları tarafından açılan ateşle öldürülmüştür..
Denize düşüp kaçmaya çalışan askerler bile İsrailliler tarafından öldürülmüştür..
Olayın basına sızmasına izin verilmemiş ve Yahudilerin kontrolündeki Amerikan basını konuyu haber bile yapmamıştır..
CIA tüm dünyada ”komünizmle mücadele” doğrultusunda adına GLADIO denilen ve Beyrut’taki gerilla kamplarında eğitilen katillerden ve paralı askerlerden oluşan gizli bir ordu hazırlamış ve bu paralı katilleri maaşa bağlayarak dünyanın her yerinde komünistleri ve sol düşüncelileri öldürmekle görevlendirmiştir…
Bu bağlamda Türkiye’deki sağ-sol çatışmaları, siyasi amaçlar için işlenen cinayetler, katliamlar, terörist eylemler, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi ve 12 Eylül darbesi hep Gladio’nun eserleridir..
Gladio ordularının kurulması ne tesadüfse Kennedy suikastından hemen sonraya denk gelir..
Amerika’nın büyük Ortadoğu projesi başlamıştır..
Büyük Ortadoğu Projesinin diğer adı ise Büyük İsrail Devleti projesidir..
Kennedy suikastından sonra Büyük İsrail Devleti Projesine hız verilmiştir.. Büyük İsrail Devleti Tevrat’ta Tanrı Yehova’nın Yahudilere vaad ettiği topraklardan oluşmaktadır..
11 Eylül saldırıları, Münih’teki eylemler ve daha birçok terörist eylem aslında Büyük İsrail Devleti projesinin bir parçasından başka bir şey değildir..
Büyük Ortadoğu projesi yeni bir şey değil..
Yüzyıllardır var olan bir proje…
Osmanlıların yıkılması, Arapların parçalanarak bir sürü ülkeye bölünmesi, Türkiye'deki terör eylemleri ve istikrarsızlık ve Irak, İran gibi ülkelerin periyodik olarak neredeyse her on yılda bir sorun çıkarması rastlantı olmasa gerek !!

Gerçek Terörist kim.? 

 El Kaide lideri Usame bin Ladin'in ABD tarafından düzenlenen operasyonla ölü olarak ele geçirildiği evin görüntüleri yayınlandı,ilk etapta pek inandırıcı gibi gelmesede bekleyip göreceğiz..

 

Bir ülkenin halkı şavaşa karşı direniyorsa o ülkeyi yönetenler savaşlara suni sebebler yaratır,7 aralık 1941 Japonlar pearl Harbour'daki amerikan üssüne saldırdılar ve 2400 amerikalı öldü,bu ani baskın %83 savaşa karşı olan amerikan halkında şok etkisi yarattı ve savaşa katılmak için bir milyon erkek gönüllü kayıt oldu.60 yıl sonra ortaya çıkan delillere göre Pearl harbour'a yapılacak saldırılar haftalar öncesinden biliniyormuş, şaşırtıcı değilmi?
Amerika kuzey vietnam'a resmi olarak 1964 yılında savaş ilan etti,Tonkin körfezinde vietnam PT botlarının amerikan destroyerlerine saldırdığı iddiasından hemen sonra,Bu olay tonkin körfezi olayı olarak bilinir,bu tek basit olay çok büyük bir asker sevkiyatına ve top yekün savaş haline girilmesine neden olur,yanlız bilinmesi gereken önemli nokta Vietnam PT botları hiç bir zaman amerikan destroyerlerine saldırmamıştır,bu tamamen savaşa girmek için düzmece bir olaydır.Eski savunma sekreteri Robert McNamara ve bazı subaylar yıllar sonra Tonkin körfezi olayının bir orta oyunu olduğunu itiraf etti,Finansal güçlere göre Vietnam savaşı asla kazanılmamalı ve sadece uzatılmalıydı,bu savaşta 58 bin amerikan askeri 3 milyon vietnamlı öldü.

Peki şimdi nereye geldik,11 Eylül Dünyayı yönetenlerin büyük ortadoğu planının başlangıç noktasıydı ve hazırlanmış bir savaş bahanesiydi,tıpkı Pearl harbour ve Tonkin körfezi olaylarının provoke edilmesi gibi,aslında 11 Eylül örneklerinden farklı olarak hesaba katılmayan savaşlara da bahane oldu ve iki beklenmeyen yasa dışı savaşın çıkmasına neden oldu, biri Irak diğeri Afganistan ama 11 Eylül başka bir savaşın da bahanesiydi,Çıkarılan kanunlarla halkın kişisel özgürlüklerini yok etmek ve sonraki senaryolara karşı direnci kırmak için tasarlandı. Şimdi hukukuyla övünen amerikalının evi izinsiz aranabilir, üzerinize hiç bir suçlama olmasa dahi sorgusuz sualsiz tutuklanabilirsiniz,süresiz hapise atılabilir ve işkence görebilirsiniz, bunların hepsi sırf sizden terörist diye şüpelendikleri için yapılabilir,şimdi bunun adına ulusal güvenlik diyorlar,düşünün, bir ülke pis senaryolarını gerçekleştirmek için binlerce kendi masum insanını acımasızca öldürebiliyor,ikiz kulelerdeki can pazarını getirin gözlerinizin önüne ne vahşetti o,şimdi 11 Eylülün faili diyerek mağaralarda hiç bir zaman bulamıyacakları bir adamı arıyor bir sürü insan.

Terör,terör,terör,bu olgu beyninize işlenir ve bir korku politikası ön plana getirilir,uyanma zamanı artık,kendilerinin yarattığı terör'ü her gün ekranlardan gözümüze sokarlar,tekrar tekrar yayınlarlar bu görüntüleri,amaç onların istediği gibi düşünmemizdir, güce sahip olan insanlar güçlerini sizin devamlı olarak aldatıldığınızdan ve yönlendirildiğinizden emin olmak için kullanırlar.

Bazı insanların şahsi planları ve hesapları bir ülkeyi felaketlere sürükleyebilir,tahtın arkasında kraldan daha kuvvetli güçler her zaman vardır,gerçek şudur ki büyük merkezdeki finansal güçler her zaman hükümetleri yönetir.yani sizin kahramanınız olan liderler aciz bir kukladan başka bir şey değildir aslında.

Şimdi her seçimden önce gözünüzde büyüttüğünüz siyasi liderlerin neden hep aynı okyanus ötesine gittiğini bir daha düşünün ve mutluluk içinde yaşamamız gereken tertemiz Dünyanın neden yaşanılamaz bir hale getirildiğini de...

Savaş çocukları..

Şimdi sen ölüyorsun Libyalı çocuk.
Senden on sene önce öldü Iraklı çocuk.
Senden yirmi sene önce halepçede kimyasaldan öldü kürt çocuk.
Senden kırk sene önce Vietnam'da Nepal'de yandı bir çocuk.
Senden altmış altı sene önce Hiroşima'da şeker yiyemeden öldü bir çocuk.
Senden doksan sene önce öldü Anadolu'da beşikte bir çocuk...
Şimdi sen ölüyorsun Libyalı çocuk..
Keşke ama keşke parayı hiç bulmasaydı Lidyalı çocuk..

Zeitgeist_Addendum Türkçe Altyazılı - Geri Dönüş Yok.

Bu dünyanın gerçek teröristleri hiç bir zaman gece yarısı ve karanlıkta buluşmazlar,dünyanın gerçek teröristleri 5000 dolarlık takım elbise giyerler ve finans dünyası,hükümet ve iş hayatının en yüksek pozisyonlarında çalışırlar..

Öyleyse ne yapacağız,bu ahlaksız ve aç gözlü sistemi durdurmak için ne yapacağız,acıma ve merhamet duygusu olmayan bu sapkın gurubu nasıl durduracağız,bizleri birer ekonomik köle olmaktan kurtaracak namuslu,şerefli ve haysiyetli bir lider çıkaramıyacak mı bu canım ülke...

Bu iki saatlik türkçe alt yazılı videoyu izlemek için kendinize vakit ayırmanızı öneririm,yaşadığımız dünyada bizleri aslında kim yönetiyor ve bizler nasıl bir sona doğru gidiyoruz.
 

Srebrenitsa katliamı 15. yılı...

 

Bize insanlık dersi vermeye cüret edenler,bizi her daim soykırım tehdidi ile küçültmeye niyetlenenler,görün halinizi görün ve acziniz altında ezilin İnsanlık sizlerden her zaman utanç duyacaktır,çıkarın,çıkarın o pis ve çirkin maskelerinizi artık...

Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı, 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı (Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)’nda Srpska Cumhuriyeti Ordusu’nun Srebrenica’ya karşı giriştiği Krivaya ’95 Harekâtı esnasında Temmuz 1995′te yaşanan ve en az 8300 Boşnak’ın Bosna-Hersek’in Srebrenitza kentinde general Ratko Mladiç komutasindaki Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır.

Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü, belgelerle kanıtlanmıştır . Bosna Sırp ordusunun dışında katliama “Akrepler” olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır. Birleşmiş Milletler Srebrenica’yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barışgücü askerinin varlığı katliamı önle(ye)memiştir.

Srebrenitsa katliami II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa’daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşır.

Katliamın Gelişimi
Yugoslavya’nın çöküşü üzerine 1992 yılında Sırpların Bosna’da başlattıkları soykırımın ardından bölgeye zoraki olarak müdahele eden Birleşmiş Milletler’in güvenli bölge ilan edilen 6 bölge arasında Srebrenica’da bulunmaktaydı.

Savaştan önce nüfüsu 24 bin civarı olan kentin nüfusu diğer bölgelerden gelen mülteci göçleriyle 60 bin civarına gelmişti.Artık Srebrenica ‘açlık’ ve ‘hastalıklar’ ile mücadele eden bir ‘toplama kampı’na dönüşmüştü.Müslümanların elindeki silahlar BM Barış Gücü tarafından koruma gerekçesiyle toplanmıştı.

Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenica’ya olan saldırılarını sıklaştırdıklarında Müslümanlar’ın toplanan silahlarını geri almak için yaptıkları basvuru sorumlu Hollanda komutanı tarafından reddedildi.BM yalnızca iki F16′yı kent üzerinde bir uçuş yaptırmakla yetindi.

Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna’daki BM Barış Gücü komutanı Fransız generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşalttılar.

11 Temmuz 1995 günü Ratko Mladiç silahlarından arındırılmış kente hiç zorlanmadan girdi.Sonra da Sırp askerler Müslüman Boşnakları yolarda,dağlarda hunharca katlettiler.Sırp katiller cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak sayıları 64′ü bulan toplu mezarlara gömdüler.

Daha sonra orataya çıkan bir video kasedinde Sırp generalin kenti boşaltan Hollandalı komutana bir hediye verirken görüntüleri çekilecekti.Bir hafta süren katliam II. Dünya Savaşı’ından sonra insanlığa yapılan en büyük suç olarak arşivlerde yer aldı.

Lahey Adalet Divanı bir hafta süren katliamın bir ‘soykırım’ olarak kabul etti;ancak Sırbistan’ın sorumlu tutulmayacağına karar verdi.
 

BİZ KİMİN VE NEYİN ÖNDERLİĞİNE SOYUNUYORUZ?

31 Mayıs 2010 Pazartesi günü sabahın erken saatlerinde İsrail güvenlik kuvvetlerinin bir operasyonuyla Mavi Marmara adlı Türk gemisine yapılan saldırı sonucu dördü Türk, dokuz kişi yaşamını yitirdi. 32 ülkeden 600’ü aşkın insanın bulunduğu geminin yolcularının yarıdan fazlası Türk’tü ve bunlar da yine büyük çoğunlukla İHH (İnsan Hak ve Hürriyetleri) Hareketi’nin üyeleriydiler. Bu örgütün İslami bir örgüt olduğu ve özellikle Hamas’la çok sıcak ilişkiler içinde bulunduğu da bilinen bir gerçekti.

Aslında böyle vahim bir olayın yaşanacağı tahmin edilebilirdi,-bir anlamda-perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Şu anda genellikle konunun farklı yönleri üzerinde duruluyor, İsrail’in hukuk ve insanlık dışı eylemi fazlasıyla öne çıkarılıyor. Oysa yaşananlar Türkiye için onarılması son derece güç bir durumdu, onur kırıcıydı ve işin bu yönü –sanki- biraz ihmal ediliyordu. Bu kanlı süreç, 1992 yılında, Ege’de bir tatbikat esnasında ABD uçak gemisi Saratoga tarafından Muavenet Muhribimize ateş açılıp, gemimizin hasar görmesinden ve beş askerimizin şehit edilmesinden; ya da 2003’te, Kuzey Irak’ta subay ve astsubaylarımızın başına ABD askerlerince çuval geçirilmesinden daha mı az inciticiydi acaba? Hatta can kayıplarının daha fazla olması açısından daha da rencide edici bir durum değil miydi?.

Emekli Orgeneral Necati Özgen aynı gün akşam haber bülteninde NTV’de Banu Güven’in sorularını yanıtlarken–aslında- bunun uluslararası ilişkiler açısından bir savaş ilanı nedeni olduğunu belirtiyor ve doğru söylüyordu. Elbette teknik anlamda doğru olan bu düşüncenin hayata aktarılmasından daha büyük bir yanlış –hatta- felaket olamazdı. Özgen de -zaten- buna karşı çıktığını belirtiyordu.

İSRAİL’İN DURUMU ORTADA


Aslında, yaşanan gelişmeler incelendiğinde böyle bir olayla karşılaşmak hiç sürpriz değildi. İsrail’in gerçek bir terörist devlet olduğu ve bugüne kadar acımasızlığını, kıyıcılığını defalarca ortaya koyduğu biliniyordu. Araplarla giriştiği dört savaşta üstünlük sağladığı ve her zaman ABD’nin tam desteğine sahip olduğu tarihsel bir gerçekti. 1982’de Sabra ve Şatılla’da Faşist Falanjist militanları kışkırttığı ve onlarla birlikte Filistinli mültecilere karşı giriştiği kanlı kıyım operasyonu –hâlâ- unutulmamıştı.

Ayrıca kendisine karşı girişilen bağımsız operasyonlar karşısında da tavizsiz ve hiçbir insani değeri göz önünde bulundurmayacak kadar gaddar olduğu,-asla- blöf yapmadığı bir gerçekti… Üstelik konjonktür nedeniyle İsrail’in her zamandan daha tehlikeli olacağını öngörmek hiç zor değildi...

ABD’nin güç yitirme süreciyle birlikte, ayaklarını yere bastığı zeminin iyice kayganlaştığını hisseden İsrail,-özellikle- son birkaç yılda tedirginliği ve paranoyaları artmış bir ülke haline gelmişti… Neydi bu olaylar, bir hatırlayalım… Vurguladığım üzere, ABD’nin tükenme sürecinin artık fark edilmesi huzursuzluğunun başlıca nedenlerinden biriydi… Ardından, defalarca üstünlük sağladığı Arap dünyası karşısında 2006’da, Güney Lübnan’da Hizbullah karşısında yetersiz kalması, yalnız maddi sonuçları açısından değil, psikolojik olarak da üzerinde son derece olumsuz bir etki yaratmıştı...

Bu olayın ardından, zaten dış göç olgusunu yaşayan İsrail’de bu durum daha da artmıştı. Bu ülkenin insanları, geleceklerinden son derece kuşkulu, karamsar bir ruh hâline bürünmüşlerdi ve artık yurtlarını terk ediyorlardı. Gazze’nin kendileri için stratejik açıdan önemli bir bölge olduğu biliniyor. Ancak İsrail’in 2009 Gazze saldırılarında, ölçüyü iyice kaçırıp canavarca sivil halka yüklenmesinin temelinde, -belki de- Yahudi halkının bu karamsar ruh hâli yatıyordu…

Son yaşanan gelişmeler de kendileri açısından hiç olumlu değildi. İran’ın nükleer çalışmalarını sürdürmesi, buna karşılık İsrail’in ABD’yi İran’ın nükleer tesislerini vurmaya razı edememesi İsrail için başlı başına huzursuzluk kaynağıydı. Buna bölgenin en önemli güçlerinden biri olan Türkiye’nin İran’la ve diğer Orta Doğu Arap ülkeleriyle yakınlaşması, kendisiyle gergin bir etkileşim içinde bulunması -dahası- bölgeye yönelik bir eksen değişikliğini sezdirmesi gibi sancılar eklenince; bu İsrail’in hiçbir şiddet eyleminden kaçınmayacağı rahatlıkla görülebilirdi…
Tabiî aşırı sağcı Netanyahu Hükümeti’nin işbaşında bulunmasını da bunlara eklemek gerekiyor.

Bu çok vahim durum, karşılıklı olarak sağduyulu yaklaşımlarla engellenemez miydi? Eğer temel amaç Gazze’deki yardıma muhtaç insanlara şefkat elini uzatmak idiyse, bu malzemeler İsrail’in karşı çıkmadığı kara yoluyla da buraya ulaştırılabilirdi. Ancak -anlaşıldığı kadarıyla –işin içinde İsrail’in damarına basmak, onu –adeta- böyle bir operasyona zorlayıp dünya kamuoyu nezdinde küçük düşürmek gibi bir niyet sezilmiyor değildi. Bununla birlikte deniz yoluyla Gazze’ye girebilmek, ambargoyu bütünüyle kaldırmak gibi beklentiler de hissediliyordu. Bu yaşananlar sonrasında İsrail’in alışkanlık hâline getirdiği insanlık dışı eylemlerine bir çentik daha atılmış, İsrail utanç verici bir suçun daha faili olmuş, -deyim yerindeyse- bir kez daha ipliği pazara çıkmıştı... İyi de İsrail’in bunları umursadığı var mıdır ki?..

Peki, bu İsrail, bu işi bu noktaya getirmeden çözümleyemez miydi? Emekli Koramiral Atilla Kıyat, konunun bilirkişisi olarak bunun birçok yöntemi olduğunu belirtiyor. Öncelikle yardım gemisinin baş ve kıç taraflarına uyarı ateşi açılabileceğini, geminin kendi savaş gemileriyle önünün kesilebileceğini, bu ve buna benzer yöntemler uygulanırken zaman kazanılarak Türkiye Hükümeti ile görüşme sağlanabileceğini söylüyor. Orta yaşı devirenler ya da konuyla ilgili olanlar İsrail’in bu konularda ne kadar yetenekli olduğunu gayet iyi bilirler. Bu konuda İsrail’in yeterliğini gösteren en çarpıcı örneklerden biri 1976 yılında yaşanmıştı. Bu olay daha sonra filmlere bile konu olmuştu. Bu yılın temmuz ayında, Paris-Telaviv seferini yapmakta olan ve çok büyük çoğunluğu İsrailli yolculardan oluşan 106 kişilik Fransız uçağı Filistinli gerillalar tarafından Uganda’nın Entebbe kentine kaçırılmıştı. İsrail özel kuvvetleri bir saati bile bulmayan bir operasyonla, yalnızca dört yolcunun ve bir İsrail askerinin ölümüyle sonuçlanan olağanüstü bir müdahale sonucu uçağı kurtarmışlardı.

Televizyon haberlerine yansıyan baskın görüntüleri dünyanın –adeta- dudağını uçuklatmıştı. Burada kesinlikle Mavi Marmara gemisi yolcularını gerillaya benzetmek gibi bir amacım yok. Yalnızca İsrail’in isterse çok kolay yöntemlerle bu gemiyi engelleyebilecek güce ve deneyime sahip olduğunu anlatmak istiyorum. Ancak -öyle görünüyor ki- İsrail, 2009 yılında Davos’ta Türkiye başbakanının “One Minute” ile başlattığı gerilim nedeniyle Türkiye’ye bir ders vermekte kararlıymış..

İsrail’in yapısı bu ve bu durum bütün dünya tarafından bilmiyor. Bu ülke bir din devleti ve burada dinsel fanatizmin en ileri boyutlarda olduğu da apaçık ortada. Dünyanın –belki de- en eğitimli toplumlarından birine sahip olan İsrail bu fanatizm yüzünden bakalım dünyaya daha hangi zararları verecek, hangi bedelleri ödetecek? Hele kendisiyle aynı özellikleri taşıyan İran ile birlikte insanlığa kim bilir hangi felaketleri, acıları yaşatacaklar?

Ne yazık ki dindarlığın ötesine geçen dincilik, bir türlü kendisi gibi olmayana, “öteki”ne saygılı, ya da -hiç değilse- tahammüllü insanları ortaya çıkaramıyor. Bu anlayışla yetişen ve hayata bu gözlüklerle bakan toplumlar uzlaşmacılığı yaşam literatürlerine dahil edemiyorlar. Şiddet böylesi insanlarda alabildiğine sıradanlaşıyor, olağanlaşıyor.

OLAYIN TÜRKİYE VE FİLİSTİN KANADI

Gelelim işin bizimle ilgili tarafına. Bugün ülkemizde dinsel kimliğini ulus kimliğinden daha önde tutan, ulus birliği içinde değil ümmet düzeni içinde yaşamayı arzulayan insanlar bulunabilir. Bunların sayıları pek az da olmayabilir, ne olursa olsun bu insan topluluğu Türkiye değildir, bu insanların talepleri de Türkiye’nin talepleri demek değildir. O nedenle sorumsuzca davranmalarının bedelini Türkiye ödememelidir. Pek farkında değiller galiba ama ülkemiz uğradığı çok büyük prestij kaybının yanı sıra-yukarıda belirttiğim üzere- bir savaşın eşiğine gelmiştir. Bir ülkeye bundan büyük zarar verilebilir mi?

Elbette mağdur ve mazlum Filistin halkının yanında olmak insan olmanın gereğidir. Ancak bu yandaşlık diplomatik düzeyde ve gönül bağları çerçevesinde kalmalıdır. Herkes aklını başına toplamalıdır. Mehmetçiğin Filistin halkı için akıtacak bir damla kanı yoktur. O zaten ülkesinin bütünlüğü için gereğinden fazla özveride bulunmakta, her gün canını vermektedir… Ayrıca soydaşları nerede Filistin halkının? Mısır, Ürdün, Suriye, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri nerede duruyorlar? Bu işin öncülüğü bizden çok onlara düşmüyor mu? Biz kimin ve neyin önderliğine soyunuyoruz?

Konunun çok önemli yanı da bugünkü Hükümetin en temel politikalarını –artık- hayata aktarmaya başlamasıdır. Türkiye bir yandan hızla İslam Cumhuriyeti’ne dönüşmenin dehşetini hissederken, bir yandan da Orta Doğu’ya, İslam ülkelerine dönük bir eksen değişikliğinin ayak seslerini duymaktadır. Yaşanan son olaylar bu tehlikenin alarm zilleri gibidir.

Başbakanımız, olayın gerçekleştiği ilk gün konuyla ilgili yaptığı çok güzel konuşmasında hukukun ve uluslararası hukukun arkasında olduğunu dile getirmişti. Gerçekten fevkalade, bu vesileyle azıcık konunun dışına çıkıp hemen bir dileğimizi aktaralım kendisine. Sayın Başbakanımız, o çok değer verdiği hukuku Silivri’de uygulamaya başlar, cehennem azabına dönüşen tutuklulukları engellemek için gerekli adımları atarsa müteşekkir oluruz. Ancak kendisi –bizzat hukuka olan saygısı nedeniyle- hukuka müdahale edemediği için burada etkili olamıyordu değil mi? Unutkanlık fena şey doğrusu(1)Ancak bu bir bağlantı cümlesiydi, sonda söylediği “Filistin’in arkasındayız.” sözleri son derece anlamlıydı.

Belirttiğim üzere, bu bir eksen değişikliğinin imalı ifadesiyse ya da Türkiye yavaş yavaş buna hazırlanmaya çalışılıyorsa bunun kabul edilebilir yanı yoktur. Türkiye’nin Filistin’le ilgisi, bu ezilen insanlar “insan oldukları” için kendilerine yöneltilen bir ilgi olarak kaldığında anlamlıdır, insancıldır, evrenseldir. Kendilerinin Müslüman kimliklerinin Türkiye’de belli bir kesim tarafından bu kadar ısrarla vurgulanması, bu ülkede hiç de hafife alınmaması gereken nicelik ve niteliğe sahip bir topluluk tarafından kaygıyla izlenmektedir.

Aynı gün Fatih Çekirge Hürriyet’teki köşesinde Türkiye’nin dünyaya belirttiğim türden bir izlenim verdiğini belirtiyor ve endişelerini dile getiriyordu. Dileriz bu gelişmeler ve görüntüler deneyimli gazetecinin belirttiği gibi izlenimden ibarettir ve yaşamakta olduğumuz bir gerçeğin ta kendisi değildir.

Son olarak Filistin halkına bir öneride bulunalım isterseniz. Bu insanlar acılarını dindirmek istiyorlarsa, önce sırtlarındaki Hamas kamburunu atmaları gerekiyor. O Hamas’ı yıllar önce ABD’nin kurdurduğunu hatırlayarak durumlarını değerlendirmelerinde sayısız yararlar var. Kendi dinsel ideolojisini yaymayı her şeyden daha değerli gören, bu uğurda her şeyi ve herkesi kullanan bu örgütle, İsrailli şahinler bölge insanlarına daha çok acı çektireceğe benziyorlar…
Bu konunun genel bir Orta Doğu ve özel bir Filistin analizi bütünlüğünde ele alınması doğru olacak.

Dünyadaki Soykırımlar ve Tarihleri

1. İspanyol ve Amerikalıların Yerlilere Uyguladığı Soykırım
1492 yılında Kristof Kolomb'un ayak bastığında nüfusu 8 milyon olan Arawaks yerlilerinin sayısı 22 yıl içerisinde 28 bine indi.
2. Norveçlilerin Taterlere (Göçer) Uyguladığı Soykırım
Norveçliler 1920-30'larda çıkardıkları yasalarla Nordik irk‘ın arılığını korumak için etnik grup Tater (Göçerler) kızlarını zorla kısırlaştırdılar. Norveç toplumu ne kadar Tater'i kısırlaştırsa, o kadar kendi ırkını koruduğuna inanıyordu.
Kısırlaştırma yoluyla ehlileştirilemeyen Taterler üzerinde insülin ve elektroşok yöntemleri uygulanıldı
3. İngilizlerin Avustralyalı Yerlilere Uyguladığı Soykırım
İngiltere Krallığı 1788-1938 tarihleri arasında sömürge amacıyla gittikleri Avustralya'da yerleşik yerli halk: Aborjinleri sistematik olarak yok ettiler.
İngilizler aralarına salgın hastalık yaydığı bununla da yetinmeyip yemeklerine zehir katarak yok etmeye çalıştığı750 bin siyah derili aborjinden geriye sadece 31 bin kişi sağ kalabildi.
4. Almanların Batı Afrika'da Namibyalılara Uyguladığı Soykırım
Almanlar 1891 yılında hammadde ve işgücü ihtiyaçlarını karşılamak için Güney Batı Afrika (Namibya)'ya sömürge kurmak amacıyla çıktılar. Bölgedeki çok zengin altın ve zümrüt madenlerini ele geçirmenin yolunun yerel Herero ve Nama halklarını yok etmek olduğuna karar veren Almanlar harekete geçti. Bu emir üzerine adanın yerlileri Herero ve Namalar üzerine taarruz eden Alman askerleri yaşlı, kadın, çocuk dinlemeden herkesi katlettiler. Katliamdan kurtulanlar işkenceyle öldürüldü. Yaklaşık 132 bin yerliden geriye 15 bini sağ kalabildi.
5. Almanların Yahudi ve Çingenelere Uyguladığı Soykırım
Almanlar 1933-45 yılları arasında Büyük Alman İmparatorluğu'nu kurmak ve mükemmel Alman ırkini yaratmak hedefiyle diğer milletlerden veya etnik gruplardan 21 milyon insanı topluca kurşuna dizerek, toplama kamplarında fırınlarda yakarak, gaz odalarında zehirleyerek soykırıma uğrattılar.
Alman yönetimi öncelikle kendilerinden olmadığına inandığı bütün ırkları tespit edip harflerle sınıflandırdı. Bu kampanya uyarınca Çingenelerin yüzde 94'ü kısırlaştırdı. ikinci hedef grup olarak Yahudiler seçildi. Gerek Almanya gerekse de Almanların işgal ettiği diğer ülkelerde yasayan milyonlarca Yahudi sistematik bir biçimde vurularak, asılarak, yakılarak ve zehirlenerek öldürüldü.
6. Amerikalı ve İngilizlerin Almanlara Uyguladığı Soykırım
Amerikalılar ve İngilizler Almanların savaşı kaybetmelerinin ardından, Dresden kentine sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün süreyle havadan bomba yağdırdılar. Savunmasız insanların sığındığı Dresden kentine intikam amacıyla uygulanan bombardıman sırasında 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin napalm bombası atıldı. Bu yok etme harekatında çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin kişi öldü.
Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombaları sonucu 135 bin kişinin öldüğü gerçeği Dresden'e uygulanan soykırımın büyüklüğünü gözler önüne serdi.
7. Danimarkalıların Alman Mültecilere Uyguladığı Soykırım
İkinci Dünya Savası'nın bitiminde Sovyet Ordusu'nun Alman topraklarına doğru ilerlemesinden kaçan 250 bin Alman mülteci Danimarka'ya sığındı.
Üçte birini 15 yaşından küçük çocukların oluşturduğu Almanlar tel örgülerle çevrili toplama kamplarına alındılar. Binlerce çocuk ve yetişkin tifüs, bağırsak iltihabı, ishal sonucu yaşamlarını kaybettiler.
8. Rumların Kıbrıs'ta Türklere Uyguladığı Soykırım
İngilizler 1912-1974 döneminde Kıbrıs adası üzerindeki egemenliklerini sağlamak amacıyla Rumlar‘ın ENOSIS'i gerçekleştirmelerine göz yumup Türklere karşı saldırı başlattırdılar. 1912'de adada yasayan Rumlar Kıbrıs'ın 35 ayrı noktasında Türklere ait is-yerleri, camii ve evleri yakıp yıkmaya insanları katletmeye başladılar. 1952 yılında EOKA adli terör örgütü kuruldu. EOKA sistematik bir biçimde başlattığı saldırılarda 100 Türk'ü, 100 İngiliz vatandaşını öldürerek 30 Türk köyünü yaktı. 1963 yılında EOKA'cılar yeni bir etnik temizleme planını devreye soktular, bu saldırılarda 500 Türk öldürüldü, 130 Türk köyü yakıldı, 25 bin Türk evlerini terk etmek zorunda kaldı.
9. Yunanlıların Batı Trakya'da Türklere karşı asimilasyon yoluyla uyguladığı Etnik ve Kültürel Soykırım
1923 yılında Lozan'da imzalanan Türk ve Yunan azınlıkların karşılıklı mübadelesine ilişkin anlaşmanın ardından Yunan hükümeti Bati Trakya bölgesinde yasayan Türkler üzerinde sistemli olarak etnik ve kültürel soykırım başlattı. Bölgenin büyük bir bölümünü askeri bölge haline getirip sıkıyönetim ilan edildi. Köyler arasında geliş-gidişler izne bağlandı, Türk azınlığın pasaportlarına el konuldu. Türklerin hukuki, siyasi, kültürel ve dini haklarının kısıtlanması ibadetlerine izin verilmemesi gibi yoğun baskılar sonucu 400 bin Türk bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.
10. Bulgarların Türklere karşı uyguladıkları Etnik ve Kültürel Soykırım
1970-89 yılları arasında Bulgar hükümeti Bulgarlaştırma adı altında ülkede yasayan 1,5 milyon Türk, Pomak ve Çingeneye karşı bir asimilasyon kampanyası başlattı. Ülkede yasayan 310 bin Türk'ün isimleri polis zoruyla Bulgar ve Hıristiyan isimleriyle değiştirildi. Türkçe eğitim veren okullar, üniversitedeki Türk filolojisi bölümleri, Türkçe gazeteler ve camiler devlet emriyle kapatıldı. Çocukların sünnet ettirilmesi yasaklandı. Çocuklar bu yasağa rağmen sünnet ettirilip ettirilmediğini kontrol edilmek için zorla sağlık merkezlerine gönderildi. Mezar taşlarının üzerindeki Türkçe isimler yüzünden mezarlar yıkıldı, talan edildi. Türklerin Türk motifli giysiler giymeleri yasaklandı. Bu baskılara dayanamayıp protesto gösterileri yapan Türklerin üzerine askeri birliklerce ateş acildi. 1.000 Türk Belene'deki toplama kampına gönderildi. Baskıların giderek artması sonucu 360 bin Türk zorunlu olarak Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldı.
11. Amerikalıların Irak'ta yaptıkları Soykırım
Felluce'de 1500 sivilin sokaklarda öldürülüp çürümeye terk edildi, cesetlerin köpekler tarafından yenilmeye başlandı ve 250 bin kişi bölgeden sürüldü. Bununla yetinmeyen ABD, Irak’a özgürlük getirme bahanesiyle, 100 binin üstünde sivil halkı, katletti. Fransız, İngiliz ve Almanlar başta olmak üzere bütün AB ülkelerinin Felluce soykırımı karşısında kayıtsız kalmışlardır. Birleşmiş Milletler de kendi soykırım tanımına giren insanlık suçlarına karşı ses çıkarmamıştır.

20. Yüzyıldaki Etnik ve Kültürel Soykırımlar

1- Jozef Stalin (SSCB, 1934-39) 13,000,000 mülteci-100 binlerce ölü.
2- Adolf Hitler (Almanya, 1939-1945) 12,000,000 mülteci kamplarda 2 milyon ölü-kayıp.
3- Mao Tze Dong (Çin, 1966-1969) 11,000,000 kişiye kültürel asimilasyon-toplama kamplarında sayısı belli olmayan kayıplar.
4- İspanyol ve Amerikalı Kaşifler (1492-1800) 7,972,000 ölü- kayıp.
5- Hideki Tojo (Japonya, 1941-1944) 5,000,000 ölü-kayıp.
6- Pol Pot (Kamboçya, 1975-1979) 1,700,000 ölü.
7- Kim Il Sung (Kuzey Kore, 1948-1994) 1.600,000 mülteci ve toplama kamplarında ölü-kayıp.
8- Menghitsu (Etopya, 1975-1978) 1,500,000 ölü-kayıp.
9- Charles DeGaulle (Cezayir, 1954-1962) 1,000,000 ölü-kayıp.
10- Yakubu Gowon (Biafra, 1967-1970) 1,000,000 ölü-kayıp.
11- Leonid Brezhnev (Afganistan, 1979-1982) 900,000 ölü-kayıp.
12- Jean Kambanda (Ruanda, 1994) 800,000 ölü-kayıp.
13- İngiliz Krallığı (Avustralya, 1849-1938) 719,000 ölü-kayıp , 100 bin mülteci.
14- Suharto (Doğu Timor, 1976-9 600,000 ölü-kayıp.
15- Saddam Hüseyin (Iran ve Kuzey Irak 1980-1990) 600,000 ölü-kayıp.
16- Yahya Khan (Pakistan, 1971 ve Banglades,1990) 500,000 ölü- kayıp.
17- Savimbi (Angola, 1975-2002) 400,000 ölü-kayıp.
18- Molla Ömer - Taliban (Afganistan, 1986-2001) 400,000 ölü- kayıp.
19- Idi Amin (Uganda, 1969-1979) 300,000 ölü-kayıp.
20- B.Mussolini (Etiyopya,Yugoslavya 1936) 300,000 ölü-kayıp.
21- Danimarka (Danimarka 1945) 250,000 Alman Mülteci ölüme terk edildi.
22- Mobutu Sese Seko (Zaire, 1965-1997) 250,000 ölü-kayıp, 200 bin mülteci.
23- Charles Taylor (Liberya, 1989-1996) 220,000 ölü-kayıp.
24- Foday Sankoh (Sierra Leone, 1991-2000) 200,000 ölü-kayıp.
25- Amerika (Almanya Dresden,1943-1945) 200,000 sivil ölü (Dresden'e sığınan siviller).
26- S. Milosevic (Yugoslavya,1992-96) 180,000 ölü-kayıp.
27- Michel Micombero (Burundi, 1972) 150,000 ölü-kayıp.
28- Amerika (Hiroşima-Nagazaki 1944) 135,000 ölü (atom bombası).
29- Almanya (Namibya 1891) 117,000 ölü-kayıp, 15 bin mülteci.
30- Hassan Turabi (Sudan, 1989-1999) 100,000 ölü-kayıp.
31- Richard Nixon (Vietnam, 1969-1974) 70,000 ölü-kayıp.
32- Papa Doc Duvalier (Haiti, 1957-1971) 60,000 ölü-kayıp.
33- Marcos (Filipinler) 50,000 ölü-kayıp.
34- Hissene Habre (Çad, 1982-1990) 40,000 ölü-kayıp.
35- Vladimir Ilich Lenin (Rusya, 1917-1920) 30,000 muhalif infaz edildi.
36- Francisco Franco (İspanya) 30,000 muhalif infaz edildi.
37- Lyndon Johnson (Vietnam, 1963-1968) 30,000 ölü-kayıp.
38- Hafiz Esad (Suriye 1980-2000) 25,000 ölü-kayıp.
39- Khomeini (Iran, 1979-1989) 20,000 ölü-kayıp.
40- Eski Yugoslavya (1995 Bosna-Hersek) 15 ölü, 7500 kayıp, 45 bin mülteci.
41- Paul Koroma (Sierra Leone, 1997) 6,000 ölü-kayıp.
42- Usama bin Ladin(Dünya çapında,1991-2001) 4,000 ölü-kayıp.
43- Augusto Pinochet (Chile, 1973) 3,000 ölü-kayıp.
44- Efrain Rios Montt (Guatemala) 2,000 ölü-kayıp.
45- Sierra Leone 80,000 mülteci, kayıp rakamı belli değil.
46- Kıbrıs Cumhuriyeti (1912-1974) 25,000 sivil mülteci, 1000'ni aşkın ölü, 100 İngiliz ölü.
47- Yunanistan (Bati Trakya,1923-1990) 400,000 mülteci evlerini terk etti.
48- Bulgaristan (1970-1989) 360,000 mülteci kültürel asimilasyon sonucu evlerin terk etti, 1000 kişi toplama kamplarına alındı.
49- Norveç (1920-1930) Tatar göçmenleri kısırlaştırma ve toplama kamplarında izole etme.
50- ABD –Felluce (2004) Devam ediyor..

1915 YILLARI SIRASINDA DİĞER ÜLKELERDE YAPILMIŞ SOYKIRIMLAR, TOPLU KATLİAMLAR. SAVAŞ KAYIPLARI:

 RUSYA
Rus ihtilalinde 15 milyon insanın katlettiği ileri sürülmektedir. Sadece Stalin döneminde kollektifleşme karşıtı oldukları için 20 milyon insan katledildi.. Komünizmin yerleşmesi sürecinde de, milyonlarca insan telef oldu. Bunların birçoğu Türktü. (1917-1991)
 1.DÜNYA HARBİ
I. Dünya Savaşı’nın neticesi, 10 milyon ölü, 20 milyon sakattır. Bu savaşın sadece Avrupa’daki mali bilançosu ise 350 milyar dolarlık yıkımdır. Silah sanayiin patlama yaptığı ama milyonlarca çocuğun açlıktan can verdiği bu büyük katliam en ağır suçlardan biri olarak tarihte durmaktadır. (1914)
 ABD
Zencilerin, en fazla ezilen ve sömürülen ırk olduğu iyi bilinir. Çok az bilinen bir şey var ki; o da Zencilerin 1861-65 ABD İç Savaşının ardından yasal planda kölelikten kurtuluşundan 65 yıl sonra 1889-1919 yıllarında hala, en zalim ve en dehşet verici linç geleneğine katlanmak zorunda kalmalarıdır. Bu süre içinde Aralarında 51 kadın ve kızın ve Birinci Dünya Savaşına katılmış olan 10 askerin de bulunduğu 2,600 Zenci linç edilmiştir. 1919'da linç edilen 78 zenciden 11'i diri diri yakılmış, 3'ü öldürüldükten sonra yakılmış, 31'i vurulmuş, 3'ü işkenceyle öldürülmüş, 1'i parçalanmış, 1'i boğulmuş ve 11'i değişik biçimlerde öldürülmüştür. Listenin başını 22 kurbanla Georgia çekmekte, onu Missisippi 12 kurbanla izlemektedir. Her ikisi de 3'er asker linç etmiş olmakla övünmektedirler. Canlı olarak yakılan 11 kurbandan 4'ü ilk eyalete ve 2'si ikinci eyalete aittir. Sistemli, önceden tasarlanmış ve örgütlenmiş 34 linç olayında birinci yeri gene 5 kurbanla Georgia işgal etmekte, onu 3 kurbanla Mississippi izlemektedir. 1920'de 50 linç olayı ve 1923'de 28 linç olayı yaşanmıştır
26 Haziran 1919'da New Orleans States gazetesi, ilk sayfasını boydan boya kaplayan ve 13 cm. yüksekliğinde harflerden oluşan bir manşetinde şöyle diyordu: "Bugün Bir Zenci 3,000 Yurttaş Tarafından Yakılacak." Aynı gün yayımlanan Jackson Daily News gazetesinin ilk sayfasının ilk iki sütununda büyük harflerle şunlar yazılmıştı: "Zenci J. H. Bugün Öğleden Sonra Saat 5'te Kitle Tarafından Yakılacak."
"Bu akşam saat 7:40'ta J. H. kızgın demir çubukla işkence gördükten sonra yakıldı... 2,000'den fazla insan... çok sayıda kadın ve çocuk yakma eylemi sırasında oradaydılar.... Zenci, elleri arkadan bağlandıktan sonra tutuşturuldu.
(Chattanooga Times, 13Şubat1918)
"...bütün toplumsal sınıflardan erkekler, kadınlar ve çocuklar oradaydı. Yüksek sosyeteden bir çok hanımefendi kalabalığı cezaevinin dışından izliyordu. Diğer bir çok kişi ise olup bitenleri bitişikteki terastan... Zencinin cesedi düştüğünde çok sayıda insan, onun asıldığı ipin parçalarını almak için hırsla birbiriyle çekişti.(Vicksburg Evening Post, 4 Mayıs 1919)
Yalnızca Zenciler değil, "Tom Amcanın Kulübesi" adlı kitabın yazarı Bn. Harriet Beecher Stowe gibi onları savunmaya cüret eden Beyazlar da kötü davranışlara hedef oldular. Elijah Lovejoy bu yüzden öldürülürken, John Brown asıldı. Thomas Beach ve Stephen Foster baskı gördüler, saldırıya uğradılar ve cezaevine kondular. İçlerinde 11 kadının da bulunduğu 708 Beyaz da Zencileri savunduğu için linç edildi.
 İNGİLTERE
Sömürgeciliğin büyük örneği şimdilerde eski gücünü yitirmiş gibi görünse de Hindistan’dan Güney Afrika’ya dünyanın dört bir yanında sayısız katliama ve soyguna imza atmıştır. Yüz yıldır İngiltere’nin işgali altında olan İRLANDA’nın işgaline karşı1916’da mücadele etmeye başlayan IRA kurucusu James Conolly ve 12 arkadaşının kurşuna dizilmesinden sonra yüzlerce İrlandalı katledilmiştir. Ölüm oruçlarında yaşamını yitiren Bobby Sands ve dokuz arkadaşının da dahil olduğu 3 binden fazla kişi öldürüldü.
 GÜNEY AMERİKA
KIZILDERİLİ UYGARLIKLARININ YOK EDİLMESİ, dünya tarihinin en trajik olayıdır. Açgözlü İspanyol ve Portekiz sömürgeciliğinin Güney Amerika’daki katliamlarının kesin rakamlarını tahmin edebilmek bile mümkün değildir. Sayıları milyonlarla ifade edilen Aztek ve İnka halklarının korkunç katliamlarla yok edilmesinin ötesinde sömürgecilerin yerlilerden gasp ettiği maden ve altın stoklarının da miktarı tam olarak bilinmemektedir.

1915 DEN SONRAKİ 50 YIL İÇİNDE YAPILMIŞ SOYKIRIMLAR: (1915-1965)
 2.DÜNYA HARBİ
2. Dünya Savaşı esnasında "Almanlarla işbirliği yaptılar" uydurmasıyla birçok Azeri Türkü, ya öldürdüler ya da yerlerinden alınarak Sibirya’ya sürgüne gönderildiler. Kırım’daki 6 – 7 milyon Türk tamamen yok edildi.. Şu anda da Çeçenistan’daki taş üstünde taş bırakılmamaktadır. 5 – 6 milyonluk Çeçenistan’ın 7 – 8 yıl önceki savaşlarda yarısı yok edildi. İkinci yarısı da şimdi yok edlmektedir. Dünyanın gıkı bile çıkmıyor..
II. Dünya Savaşı ise birincisinin çok çok üzerinde bir kanlı katliamdır. Can kaybı olarak bilançosu tahminen 66 milyon insanın ölümüdür. Yalnız Sovyetler 11 milyonu asker olmak üzere toplam 27 milyon insan kaybetti. (1945) Bu savaşta Polonya’nın insan kaybı, 5 milyon 800 bin, Almanya’nınki ise 4 milyon civarındadır. Japonya’nın kaybı ise 2 milyon insandır, ki bu katliamın önemli bölümü atom bombasının atıldığı Hiroşima ve Nagasaki’de gerçekleşmiştir.
 RUSYA
II. Dünya Savaşı esnasında "Almanlarla işbirliği yaptılar" uydurmasıyla birçok Azeri Türkü, ya öldürdüler ya da yerlerinden alınarak Sibirya’ya sürgüne gönderildiler. Kırım’daki 6 – 7 milyon Türk tamamen yok edildi.. Şu anda da Çeçenistan’daki taş üstünde taş bırakılmamaktadır. 5 – 6 milyonluk Çeçenistan’ın 7 – 8 yıl önceki savaşlarda yarısı yok edildi. İkinci yarısı da şimdi yok edilmektedir. Dünyanın gıkı bile çıkmıyor..
 İSPANYA
Alman ve İtalyan nin desteğiyle 1936’da ayaklanan General Franko 1939’ Mart ayında Madrit’i ele geçirdiğinde bir milyondan fazla insanın kanına girmişti bile. Guernica katliamı gibi onlarca katliama imza atarak iktidara gelen Franko’nun en büyük desteği ise ABD’ydi.
 İTALYA
1943 yılında devrilene kadar Mussolinin Afrika’daki katliamları ile tarihe geçmiştir. Mussolinin Gladio’su Avrupa’nın en kanlı devlet terörü örgütlerindenbiri oldu. Bu örgüt, yüzlerce cinayete imza atmış, birçok ülkede neo-nazi çetelerin kurulmasına yardım etmiştir.
 YUNANİSTAN
Yunanistan’da 1947’de “ABD yardım etmezse Yunanistan komünistlerin eline geçecek” diyerek başlayan büyük katliam süresince 50 binden fazla komünist öldürüldü. İç savaşın tamamında ise 185 bin partizan ölürken, açlıktan ölenlerin sayısı 260 bindi. Böylece, Yunanistan’ın nüfusunun % 10 katledilmişti; 1960’larda Albaylar cuntası da katliam konusunu devam ettirmiştir. Daha sonra, Kıbrısta yapılmak istenen katliam ise, “Kıbrıs Barış Harekatı” ile Türk Ordusu tarafından engellendi.
 FRANSA
Sömürgelerinde uyguladığı katliamlar’da ölen milyonlarca insanın yanında, Vietnam’a kan kusturan, Cezayir’i kana bulayan Fransa, 1968’lerdeki gösterilerde kendi halkına karşı da acımasız davranmış, Paris sokaklarında kendi vatandaşının kanını akıtmıştır. Fransa bugün hâlâ Afrika ve Uzakdoğu’dan elini çekmiş değildir.
 EL SALVADOR
Latin Amerika’nın cinayetler ülkesi olarak ün yaptığı El Salvador 1931-1944 yerli ayaklanmaları sırasında 15.000 binden fazla insanı katletmiş 70’li yıllarda tam bir kıyım makinesi olarak iş görmüşlerdir. Özellikle 1979 yılından sonra CIA tarafından ARENA partisiyle birlikte oluşturulan ölüm mangaları, toplam 70.000 kişiyi katletmiştir. Öyle ki, sadece 1981’de ölüm mangaları içlerinde rahiplerin de bulunduğu 12.000 kişiyi öldürdüler.
 GUATEMALA
1931’de köylü katliamlarıyla (30.000 ölü) tarihe geçen GUATEMALA’nın ABD tekellerinin desteğiyle toparlanan paralı askerler ve ABD li yeşil berelilerinin yaptığı müdahaleden bu yana toplam 200.000 den fazla insan katledildi. Sadece 1986 yılı içersinde öldürülen işçi, köylü sayısı 18.000 dir.
KORE
1950’de başlatılan ABD-Güney Kore harekâtı sona erdiğinde savaştan önce 100 bin ölü verenKore 200 bin insanını daha kaybetmişti. Üstelik ülkeye ordularını gönderen ülkeler de birçok kayıplar verdiler.
 FİLİSTİN
1947’de kurulan İsrail devletinde Filistinliler sürgün edilirken, İsrail ABD toplam dış yardımının neredeyse yarısını alıyordu. Böylece İsrail, 58 yılı aşkın bir süredir onlarca katliama imza atmış bir “terör devleti” olarak varlığını sürdürmektedir. Ama aslında Filistinli katliamlarıİsrail’den de önce başlamıştır. Bunun en büyüğü 1936 yılında İngiliz yönetimi sırasındaki genel grevde olmuştu. 1939 yılında ayaklanma bastırıldığında binlerce Filistinli öldü. Ürdün Kralı’nın 19 Eylül 1970’de yaptığı katliam ise “Kara Eylül” diye bilinir. Filistin kamplarını yoğun top ateşine tutan Ürdün, bu kıyımda binlerce Filistinliyi öldürmüştü. İsrail katliamlarının en büyüklerinden birkaçı, Ocak 1976, Haziran 1976’daki Tel Zaatar karantina göçmen kampları katliamı ve 17 Eylül 1981’deki Sabra ve Şatila "göçmen kampları"ndaki katliamlardır. İsrail’in 1982’deki Lübnan işgalinin bilançosu ise 17 bin 500 ölüdür.
 İRAN
1953’te petrolleri ulusallaştırmak isteyen Musaddık’ı askeri darbeyle deviren CIA, İRAN halkının başına Şah Rıza’yı getirdiğinde bir katliamlar döneminin de kapısı açılmıştı. Yaklaşık 10 bin ABD’li danışmanın ve CIA nın Ortadoğo merkezinin bulunduğu İran, Şah döneminde onbinlerce kişi öldürüldü. Bölge petrolünü elinde tutmak isteyen ABD, Şah’ın işkence hanelerine en büyük desteği verdi. 1979’da Şah, 20 milyar dolarlık varlığıyla ABD’ye kaçtığında geride bir harabe kalmıştı
 VİETNAM
Yüzyılın başından beri devam eden ve önce Fransızları, sonra da dünyanın en büyük ordusuyla üstlerine gelen ABD yı hezimete uğratan Vietnam, bütün bu savaşlar boyunca akıl almaz kıyımlara uğradı. 500 binlik ABD ordusu ve birbuçuk milyonluk Güney Vietnam ordusu, bütün teknolojik olanaklarına karşın Vietnam halkını yenemeyince büyük bir soykırıma başvurdular Yıllarca süren tarihin en büyük hava bombardımanında Vietnam’ın vurulmadık tek bir metrekare alanı bırakılmadı. 1963-1973 arasında öldürülen sivil
 GÜNEY AFRİKA
Bölgedeki en kanlı diktatörlük olan ırkçı GÜNEY AFRİKA’nın işlediği suçların hesabı bile tutulamaz. Nüfusun %90’ı olan Afrikalı-siyahlar yıllar boyunca neredeyse kölelik koşullarında elmas madenlerinde çalıştırıldı. Siyahlar her ayaklanma girişimlerinde vahşi katliamlarla karşılaştılar. Mücadele boyunca yüzlerce kişiyi katleden ırkçı rejim, Nelson Mandela’yı da 27 yıl hapiste tuttu. Başlıcaları Soweto ve Sharpeville’de gerçekleşen onlarca katliamda sayısız çocuk, kadın ve sivilin kanına giren ırkçı rejim, yönetiminin son anına dek ABD ve NATO’dan tam destek aldı.
 jAPONYA
Japonya’da 1920–1945 arasında çeşitli soykırımlar yapılmış, Çinli, Koreli, Filistinli, Endonezyalı ve Dirmanyalı olan insanlar katliamlara tâbi tutulmuşlar. Anbao Tepesi Olayı–Kara Güneş 731 Projesi. meşhur soykırımlardır..
 BOSNA - IRAK
Geçtiğimiz birkaç yıl içinde ve halen yapılmakta olan soykırımlar, savaş suçları ortaya konulmuyor. Irak’ta Türkmenlere karşı yapılanlar; Bosna’da 250.000 kişinin kanına giren Sırplar, Cezayir’deki katliamlar ve diğer ülkelerdeki zulümler hep ABD veya Avrupalıların destek ve teşviki ile, onların işbirlikçileri tarafından yapılmaktadır.

1915 DEN ÖNCEKİ 50 YIL İÇİNDE YAPILMIŞ SOYKIRIMLAR :

(1865-1915)
 RUSYA
1877–78 Osmanlı–Rus savaşından sonra 500.000’den fazla insan Rus ve Bulgarlar tarafından katledilmiş idi. 1.250.000 kadarı da yerinden yurdundan ayrılarak göç etmek zorunda kaldı. Aynı yıllarda Bosna’da da büyük katliamlar yapıldı
 KIZILDERİLİLER
ABD, keşfinden sonra (1492) Kuzey Amerika topraklarında yaşayan bütün yerli Kızılderililerin % 95’ı yok edilmiştir. 24 Eylül 1863 yılında Winona Dayly Republican gazetesindeki ilanda: “Getirilen her ölü Kızılderili için 200 $ ödül” vaad edilmekteydi.
ABD’nin keşfi esnasında 27 milyon olan Kızılderili nüfusu, 1892’de ancak 1,5 milyona düşmüştü. Theodor Roosvelt şöyle diyordu: “En iyi Kızılderilinin ölü Kızılderili olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmeyeceğim. Ama onda dokuzunun ölü olması gerektiğine inanıyorum. Bunların sebebini de soruşturma niyetinde pek değilim.”
Amerikan demokrasisi denilen şey, böylece yaklaşık 25 milyon yerlinin katledilmesi üzerine kuruldu. İngilizlerin Hindistan’dan çekilmesine kadar 1 milyon’dan fazla Hindu’yu ve müslümanı öldürdüğünü herkes biliyor. (1857-1906)
NİKARAGUA
1885’te Amerikalı korsan Walker’in bölgeyi işgal girişimi oldu.1894’ten sonra ise artık Nikaragua bir ABD eyaleti gibi oldu. Bütün zenginlikleri ABD tarafından denetleniyor ve oradan yönetiliyordu. 1926’da Sandino’nun önderliğinde başlayan direniş, Sandino’nun kamplarının basılarak 300 kişinin kurşuna dizilmesi ve kendisinin katledilmesine kadar sürdü. Daha sonra Somoza’nın diktatörlüğü başladı. Somoza, ülkeyi 1979’da iktidardan alınana kadar kan ve dehşetle yönetti. Bu süreçte kurulan Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi (FSLN)’ye karşı yapılan operasyonlarda binlerce yoksul köylü öldürüldü. 1985’e kadar geçen sürede Miami’de örgütlenen kontra çetelerinin saldırılarında 11.000 Nikaragualı yaşamını yitirdi, ülke ekonomisi de sabotajlarla mahvedildi
 CEZAYİR
1830’da Fransa işgaliyle başlayan acılar CEZAYİR halkının yakasını hiç bırakmadı. Petrol ve maden yataklarıyla bütün emperyalistlerin iştahını kabartan Cezayir, 1832-39 arasında Abdülkadir Cezayiri önderliğinde ilk direnişine başladı. Yedi yıl içersinde binlerce ölü, sömürgeciliğin Cezayir’e armağanıydı. Daha sonra, sadece 1945’teki Sedif ayaklanmasında 45.000 ölü sayılabildi. 1954’te bağımsızlık hareketi yeniden başladığında bu kez sahnede Fransız İstihbarat örgütü OAS’ın işkencehaneleri ve suikastleri vardı. 1954-1962 arasındaki tablo korkunçtu: 1.5 milyon ölü, 2 milyon 800 bin tutsak... Bağımsızlıktan sonra ise kontra örgütler arasındaki iç savaş 100.000 Cezayirlinin canına mal oldu.

6000 yillik TURK tarihinde hic bir kara leke YOKTUR